28 Mart 2013 Perşembe

KÜÇÜK PRENSESLER İÇİN ELBİSE

İşyerinden arkadaşım, meslektaşım ve hepimizin küçük kardeşi Ceren'in çok marifetli bir annesi var. Vaktiyle kızlarına örer, diker, giydirirmiş; şimdi de torunlarına çalışıyor. Aşağıdaki elbiseyi Ceren'in tatlı kızı Naz için örmüş. Üstteki parça bandanası.
Ceren de benim örgü-dikiş merakımı ve Gülce'ye olan düşkünlüğümü bildiğinden, örnek almam için, annesinin el emeklerinden toplayıp toplayıp hastaneye getiriyor. Benim iplerim aşağıdakiler. Bordo aynı renk. Kollar için ben pembe-eflatun-mor-bordo geçişleri olan bir ip kullanıyorum. Havalar iyice ısınmadan belki bir kaç kere daha giyer diye detayları örmeye başladım: Tek kol, ön ve arka roba gibi. Gerisi kolay zaten. Aşağıya doğru örüp gideceğim.
Pınar Abla'nın ellerine sağlık. Naz güle güle giysin. Ben de çarçabuk bitireyim ki, benim Gülce'm de güle güle giysin.



20 Mart 2013 Çarşamba

EFTEN PÜFTEN ŞEYLER

Görümcem kermesleri için bir şeyler yapmamı rica etti. Geçen sene 2 tane şal ve 2 tane de şapka örmüştüm. Ama bu sene hiç öyle örgü öresim gelmedi. 
Ne zamandır yapmayı planladığım yaka kolye için, gecenin bir vakti işe giriştim. Galiba ilham perisi denilen şeydi beni gece gece galeyana getiren. 
Yakanın mavi zemin kumaşı için hiç giyilmemiş bir eteği bozdum. Üzerine iğne oyası yapmayı düşündüğüm yazma kumaşını  koydum. İki kumaş da o kadar güzeldi ki, sadece bende olmamalıydılar, paylaşılmalıydılar. 
Yaka formu için ne kalıp ne mezura, ne de iğne kullandım. Katlayıp kestim, bir katına ince tela yapıştırdım,. Makinada tersten etraflarını birleştirip çevirdim, ütüledim. Ölçüsüz olduğu için biraz küçük. Bunu da ince formlu hanımlar alırlar belki. Üzerlerini gelişigüzel boncuklarla süsledim. Ön yakayı ortada gizli dikişle birleştirdim. Boyun için güzel ve uygun renkte kurdele almam lazım. İşi bitsin de sizlerin görüşünü alayım. 
 Bu arada 2 tane de bileklik yaptım. Daha bir sürü takı yapmayı da istiyorum. 

Kermeslerden sadece yiyecek aldığımı hatırlıyorum. Dolmalar, sarmalar, bükmeler, dönerler, kekler, falanlar, filanlar.. Çünkü örgüydü, danteldi, dikişti gibi şeyler herkesin zevkine hitap etmeyebiliyor. Bence yiyecek kermesi daha akıllıca her zaman için. Ama dilerim ki benim yapacaklarımı herkes beğensin, alsın ve kermes amacına ulaşırken ben de mutlu olayım.

11 Mart 2013 Pazartesi

TAPIRA METHİYELER:)

Gültenciğim bana Tupperware saklama kabı getirdi hediye olarak. Bir de şiir yazmış. Unutmamak için buraya not düşmek; herkesin her türlü maddi manevi derdine koşacak kadar gönül insanı, Cem Yılmaz'ın Afyon şubesi diyebileceğim kadar da matrak bir dünya insanı olan bu arkadaşımı sizlere de tanıtmak istiyorum. İşte şiiri:
Tapır deyip geçme tanı,
Koy salçanı tarhananı.
Arkadaşım çook teşekkür ederim, sen benim için kendin bir hediyesin zaten. (Bunu da buraya yazayım ki, Tapırgillerden sar sar getir her vesileyle bana:) )
Madem olayı duygusala bağladım, "yazmazsam çatlarım" kontenjanından bir kaç şey daha anlatayım sizlere:
Afyon Özdilek'te Niğde Gazozu diye bir gazoz buldum. Altılı ambalaj yapmışlar, depozitosuz maden suyu kadar. Eve gelip birini hemen içtim, bir mutluluk hissettim ama damak zevki alamadım. Sanırım çocukluğum aklıma geldiği için içim pırpır etti. Kalan 5 tanesini iyice soğutup içince mutluluğum katmerli oldu. Arada bir böyle değişik isimdeki sade gazozları alıyorum. 
Çocukluğum dedim de, Afyonkarahisar'da köklü bir hamam kültürü vardır. Malum kaplıca memleketiyiz. Şimdi çok sayıda ve bol yıldızlı termal otellerimiz var, belki sizlerden de gelip kalanlar olmuştur. Ama eskiden lüks oteller yoktu, çok iptidai kaplıca evleri vardı. Bir süreliğine, sıra sıra dizili, tek bir odadan oluşmuş evlerden biri kiralanırdı. Genellikle de bir kaç yakın akraba veya arkadaş aile birlikte bu evlerden tutarlar, orada kalınan süre boyunca çoluk çocuk güzel günler geçirirlerdi. 
Şartlar o kadar ilkeldi ki, bu, adına "hamam evi" denilen odaların içinde hiç bir eşya yoktu. Hatta tuvalet bile yoktu, ihtiyaç için ya hamamın tuvaleti ya da çok mecbur kalınırsa umumi ve çok pis tuvaletler kullanılırdı, o kadar yani. "Hamamlara yatıya gitmek" aktivitesine başlarken, yatak, döşek, yorgan, yastık, kap kacak, yiyecek, içecek, bir insanın neye ihtiyacı varsa her şey, bir kamyonetle götürülür ve oda temizlenerek aynı gün yerleşilirdi. Yerleşme tamamlanınca hemen hamama girilirdi. 
Sonraki günlerde ise, hamama en iyisi sabah ezanlarından önce gitmek, kimsecikler, hele köylerden traktörler dolusu gelen gelin hamamı müşterisi bastırmadan ilk suya girip çıkmak makbuldü. Havuz, kaynar değilse bile o kadar sıcaktı ki, haşlana haşlana suya girmek biz çocuklar için ızdırap olurdu. Köylülerin gelin hamamından sonra ise o havuza hiç girilmezdi, çok pis olurdu. 
Bir de keselenmek eylemine maruz kalınırdı ki, onu hiç anlatmayayım, deri yüzen cinsinden... O zamanlar nefret ederdik ama babaannelerimiz ve anneannelerimizin lügatında selülit diye bir kelime yoktu. Oysa, bizim nesil bu selülit savar yöntemi daha yenilerde keşfetti sayılır değil mi? 
İşte bu sıcak hamam saatlerinin en güzel yanı, babaannemizin veya anneannemizin ısmarladığı sade gazozlardı. Bir de "Neşelen" markalı sarı gazozlar vardı. Onlar da ayrı bir zevkti. Sarı gazozu daha çok Afyonkarahisar merkezde Demirciler içi denilen eski mahallelerden birindeki Yeni Hamam denilen bir hamamda içtiğimi hatırlıyorum. Galiba merkezde hala çalışan bir kaç hamam kalmış. Bunu halama sormam, elime fotoğraf makinasını alıp görüntülemem lazım. Aslında "Türk Hamamı" konulu bir yağlıboya sergisi hazırlamak istiyordum bir ara, ona da altyapı olur.
O kadar eski bir zaman ve o kadar uzak hatıralar ki anlattıklarım, ben okula bile gitmiyordum. Hey gidi günler demek istemiyorum, yaşlanıyor muyum neyim ama; Hey gidi günler hey! 







2 Mart 2013 Cumartesi

KOCAYA KÖFTE YERİNE DENEYSEL ÇALIŞMA MI YAPILIR?

Akşam eve gelip kısıtlı vakitte bir menü oluşturamadıysan en kolay ve garantili yola gireceksin: Pilavı ocağa koyup köfteleri yuvarlayacaksın. İşi çabucak bitirip, kocayı anahtarı kilide soktuğu anda, çevirmesine fırsat vermeden kapıda karşılayıp, peşin peşin 10 puanı kapacaksın. 
Öyle internette gördüğün bir fotoğrafın rüzgarına kapılıp rizikolu sularda yüzmeyeceksin. Senin kocan günde 3 öğün et yeme kapasitesine sahip bir adamsa ona en çakmasından otlu pizza pişirmeyeceksin. Hadi pişirdin, neden açlığını köreltmekle iktifa ettiğini, neden ikinci veya üçüncü parçayı da yiyerek normal zamanlardaki gibi istiab haddini aşmadığını sorgulamayacaksın.  
Ama bu tadı sabah kahvaltısında, ikindi çayında falan yeniden deneyeceksin. Taze soğanı, peyniri, bilumum otu, tuz ve karabiberi, kırmızı ve yeşil biberleri, yumurta birlikte karıştırıp ev ekmeğinin üstüne yayacak, üstüne de yarım maden suyunu gezdireceksin. Fırından çıkınca ayranla yiyeceksin. Ketçap ve mayonezle tadına tat katacaksın.
Hazır fırın sıcakken, 2 ölçekten malzeme ile incirli cevizli, 2 kek pişireceksin. Birisiyle, çakma deneysel otlu pizza hezimetini henüz yaşamışken, iki dilim kesip kocanın keyiflenmesini sağlayacaksın, diğerinin yarısını ertesi gün işe götürüp arkadaşlarına ikram edeceksin, kalan yarısıyla da akşam misafir ağırlayacaksın.
Kekin tarifini isteyen blogcanlar olursa, bir kaç gün sonra en alta ekleyivereceksin. Neden kendine "ikinci tekil şahsın, gelecek zaman emir kipiyle" hitap ettiğinin altında yatan halet-i ruhiyeye de, bir ara, bir göz atacaksın.