26 Eylül 2010 Pazar

GEÇ GİDEN HEDİYELER

Ayda bir toplandığımız bir arkadaş grubumuz var. Biri akrabam, biri evlenmeden önceki mahalleden sokakta oyunlar oynadığımız komşum, biri de ilk okul arkadaşım. Bu hatunların tek ortak noktası ben mişim gibi görünüyor ama, onların başka bir hikayesi de, lisede aynı sıraları paylaşmaları. Yani üçü sınıf arkadaşı. Sonra hayat herkese bir yol çiziyor, bu yolun biryerlerinde de tekrar buluşuyoruz. Hatta son iki seferdir benim hala kızım da gruba dahil oluveriyor. Allah muhabbetimizi bozmasın. Dört beş haftada bir, herkes için uygun olan bir pazar günü toplanıyoruz.

Geçtiğimiz anneler günü de böyle bir buluşmamız vardı. Arkadaşlarıma kendi ellerimle birşeyler üretip hediye etmek istedim. Tığ ve boncuklarla birer kolye ördüm. O günkü ev sahibimiz olan Birsel'in hediyesi yetişti ama, diğer ikisi tamamlanamadı. Hemen ertesinde diğerlerini de tamamladım ama her seferinde hediyelerini vermeyi unuttum. Nasip bu güneymiş. Güle güle kullansınlar.






10 Eylül 2010 Cuma

GELENEKSEL TÜRK TATLILARI

Ben hazır çorba, hazır tatlı gibi şeyleri pek kullanmam. Ama Firmanın yeni çıkardığı Dr Oetker Zerde isimli ürününü merak ederek denedim. Hiç beğenmedim. Gurme oğlum da beğenmedi:)Oktay Usta'nın tarifiyle yapmayı tercih ederim.

Dr Oetker'in reklamlarındaki aileye sinir oluyorum. Babaanne geliyor, çocuklara GELENEKSEL BİR TÜRK TATLISI olan SUPANGLE pişiriyor.

Supangle pek çok ortalama Türk ailesinde pişer. Ama geleneksel değildir. Sütlaç gelenekseldir. Muhallebi, keşkül, kadayıflar, baklavalar vb gelenekseldir. Ama supangle geleneksel değildir.

Babaannenizin supanglesini özlemezsiniz ama sütlacını özlersiniz. Çünkü sütlacın tarifi aynı olsa da, her babaannenin eli mikro boyutlarda bir fark yaratır. Supanglede durum daha değişiktir. Nerede yerseniz yiyin, birbirine benzer, cıvık, kaygan, ani zevk yüklü, suni bir gıda yiyeceğiniz kesindir.

Supangle denince aklınıza iş yerinde çıkan öğle yemeği, hazır paket tatlıları, köşeye yeni açılan veya bilmem kaçıncı yılını kutlayan bir tatlıcı veya tatlıcılar zinciri, işyerinde yediklerinizi anımsamışsanız tek kullanımlık aliminyum hazır kaplar, tatlıcıda yemişseniz evdekilerden kalın, özensiz, dayanıklı veya en iyisi tatlıcının markası basılı porselen tatlı kapları gelir. Sütlaç (ya da diğer Türk tatlıları) denilince, babaannenizin çeyizinden kalma, birkaçı zamanla kırılıp takımı bozulmuş evladiyelik, modası geçmiş ama ruhu yaşayan porselenler...

Sonra reklamdaki anneye sinir oluyorum. Evin ahalisiyle diyalog eksiği var: Kim "babaannem mi geldi" diye sorsa, "ı- ıııı" diye cevap veriyor. Dilsiz misin, beyinsiz mi be kadın?
El netice: Global dünya ekonomisi şartlarında sadece yerli ürünler kullanamayız. Elbette kökü dışarıda olan pek çok şeyi kullanıyoruz. Ama markayı Türkiye ekonomisine pazarlayanlar, ürünleri ister deterjan olsun, ister gıda, ister mobilya olsun, ister otomobil, ister diş macunu olsun, ister kedi maması, daha da yapay kalmamak için, bir zahmet Türklerle Türk reklamı çekmeliler. Ha; firma dayatması mı var, "reklamı da alacaksın" diye, kimse kusura bakmasın o ürünü de getirmeyivereceksin. Dr. Oetker'in kazan dibini, Protex'in sıvı sabununu, Sağlık Bakanlığı'ndan İZİNLİ Dettol'ü, Maggi hazır çorbaları hayatımızdan tamamen çıkarsak, hangimiz eksikliğini hissederiz ki?
Dip not: Kullanım klavuzlarında Çince'den Fince'ye, Endonezya dilinden İbranice'ye her dil konulabiliyorsa, Türkçe de ilave edilebilir değil mi?

8 Eylül 2010 Çarşamba

BAYRAM GELDİ

Bayram denilince aklıma gelenleri görsellerde şöyle bir taradım. Yüzünüzde bir gülümseme, içinizde bir sıcaklık yaratabildimse eğer, bayramınız iyi başlıyor demektir.
Tüm günlerinizin bayram sevinci, mutluluğu, bereketi içinde geçmesini diliyorum.





























6 Eylül 2010 Pazartesi

KUMAŞ ALASIM VAR YİNE

Altıgen kırkyamamın tüm beyaz göbekleri bitti. Şimdi iş; pembe kumaştan altıgenlerini kesip, bu göbekleri birbiriyle ve bitmiş 1/3'lük parçayla birleştirmeye kaldı. Kolay gibi görünse de işin en zor kısmı aslında:
  1. Pembe kumaş en sıkı dokunmuş kumaşım. İğneyi iterken orta parmağım deliniyor. Bir yüksük aldım ama henüz birbirimize alışamadık.
  2. Altıgenler her sırada 6 tane birden artarak büyüyor. Dolayısıyla daha çok altıgen lazım artık
  3. Kesim işini bir kerede yapmam gerekiyor. Her ne kadar patchwork pedi ve makası kullansam da, çok pis toz kalkıyor.
  4. Kağıttan kalıplarım bitti, yüzlü rakamlarda kağıt kalıplar kesmem gerekiyor. Tabi bunları pembe kumaşların içine koyup teğellemem:((

Haftasonu teyzemle bildiğimiz tüm kumaşçıları dolaştık. Sümerbank'a bile gittik. Çocukluğumda babaannemle kumaş almaya giderdik Sümerbank'a ve ne çok kumaş olurdu. Şimdi hiç bir şey kalmamış.

Afyon kazan biz kepçe doğru dürüst çarşaflık kumaş bile bulamadık. İstediğimiz iki ana rekti, desenli veya düz olması hiç önemli değildi: Turkuaz mavi ve çikolata kahve.

Pamuklu kumaş bulduk da rengine kaldık:)) Galiba artık hiç kimse elinde birşey dikmiyor. Zaten kuzenlerden biri, oruç oruç hiç bir şey bulamadan dolaşınca, o standart cümleyi kurdu: "Ne uğraşıyoruz, hazır alıp geçelim" Mantık bu olunca, kumaşçı da kumaş getirmez ki... Ben de kendi standart cümlemi kurdum, aslanlar gibi: "Kızııımmm, hazırı herkes alabilir, kırkyamayı herkes yapamaaazz".

Bugün epeyce temizlik yaptım. Bir ara kumaşlarımı toparlarken, kendimi "acaba bu kış her hafta bir parça bir şey diksem, kumaşlarımın bitmesi ne kadar zaman alır" diye düşünürken buldum. Cevabım, Pİ SAYISI'nın ilk 25 hanesi kadar, zordu. Hem yeni kumaşlarım olsun istiyorum, hem bunları depolayacak yerim yok. Üstelik bizim kumaşçılar değişik kumaş getirmiyor, bari olanları bitireyim diyorum, şu aralar dikişe ayırabilecek hiç zamanım yok. Çok bilinenli bir denklem ama çözülemiyor, çoktan seçmeli bir durum benimki, seçtim ama sınavı bitiremiyorum:))

Resimsiz postlar pek bir kuru geliyor olabilir. Aslında resimler dosyamda bir sürü resim de var ama hiiiç yayınlayasım yok. Yorgunum. Bayramı bekliyorum dinlenmek için...

5 Eylül 2010 Pazar

MAHALLEMİZİN YOLU YOK!

Afyon Belediyesi bir çalışıyor, bir çalışıyor, sormayın! Okullar tatil oldu, mahallemize iş makinaları doldu. Önce küçük bir yol çalışması sandık. Sonra bir sokakta kanalizasyon işi. Ancak neredeyse 3 aydır, belki daha da fazladır, mahallemizde kazılmadık sokak kalmadı.
Öncelikle, her kış biraz daha berbatlaşan asvaltı kesip 1 metre derinlikte kanallar açtılar. Yeni su hattı döşemişler. Birkaç gün içinde bu kanallar kumla, toprak, taşla kapatıldı. Aradan haftalar geçti, biz neden asvalt dökülmediğini düşünürken, aynı kanalların paraleline ve 30-40 cm ilerisine benzer kanallar açtılar ve sanırım elektrik hattı döşemişler. Buraları da kapattılar. Afyon'un en büyük mahallelerinden biri olan mahallemizde, sanırım kazılmadık sokak kalmadı. Üstelik her sokakta aynı işleri yaptıkları için, açıp kapatıp duruyorlar.
İş bitti mi, bir daha kazılacak mı bilmiyoruz. Ama artık sokaklar birer tuzak haline geldi. Arabaların tozdan topraktan yüzü görünmüyor. Ağaçlarımız artık yeşil değil, gri. Evler toz içinde. Bugün toz alıyorum, yaz sıcağı diye pencereler açık, ertesi gün sehpalara parmağınızla adınızı yazabileceğiniz kadar toz birikiyor.
Bir de sokak boyu 50-100 metre aralıklarka kaldırım kenarlarına, bazan da kaldırıma açılmış çukurlar var, kapatılmayan. İçine rahat 4-5 çocuk sığar. Ya da bir elektrik kesintisinde, sokak lambası arızasında rahatlıkla içine birileri düşebilir. Son derece tehlikeli bir durum. Gerçi biz en değerli şair ve yazarlarından birini, Orhan Veli'yi, Ankara'da bir belediye çukuruna düşerek beyin kanaması geçirmesi sonucu kaybetmiş bir milletiz. Yani, vakayı adiye bir durum.
Sokaklar ayrı bir hikaye. Ne arabalar için, ne yayalar için yürünebilecek yol kalmadı. Akşam gelirken geçtiğiniz sokaktan sabah gidemiyorsunuz. Ya bir çukur açılmış oluyor ya da kum yığılmış. Hele bir de arabanın tekerinin ne kadar dikkat etseniz de girip çıktığı çukurlar var ya, değme üniverste hastanelerinin taş kırma merkezlerinden güçlü bir şekilde taş düşürtür, iddia ediyorum. Mahalle sakini olarak sakin değiliz artık. Belediyede bu organizasyonsuzluğa imza atanlar her kim ise, üstlerine çullanmayı hayal ediyorum. Ayrıca daha pratik bir çözüm olarak kendime bir dağ bisikleti almayı düşünüyorum.
Allah razı olsun. Zor bir iş altyapı. Kalkıştınız bir işe. Yahu 3 ay vatandaş yolsuz bırakılır mı? İşi biten yere taş mı döşeyeceksiniz, asvalt mı yapacaksınız, beton mu dökeceksiniz, ne yapacaksanız yapacaksınız. Yapamamanızın anlamlı bir sebebi varsa, bunu da internet sayfanızdan bildireceksiniz. Ki, ben de kalkıp buradan yazmayacağım ve bileceğim ki, belediye şu teknik sebeple yolumu yapamıyor, şu tarihte iş bitmiş olacak. Askerin teskere beklediği gibi o günü bekleyeceğim. Ama Afyonkarahisar Belediyesi bu konu hakkında bir duyuru yapmak şöyle dursun, sanki böyle bir şey hiç yaşanmıyor gibi bahsetmiyor bile. Seçim zamanı geliyor. Seçmenin oyunu zorlamamak lazım.
Şimdi günün sorusu: Bayram geldi. Ben temizlik yapayım mı yapmayayım mı? Yapmamam için daha kuvvetli ve mantıklı sebeplerim var.
Dipnot: Yağmurlar geliyor. Asıl o zaman göreceğim bem mahallenin ve mahallelinin halini. Hep beraber sarı çizmeleri çekeceğiz ayaklara, işe, okula, hastaneye, bankaya, düğüne artık bu standart ayakkabıyla gideceğiz. Afyon'da sarı çizmeli birilerini görürseniz kadınlı erkekli, hiç şaşırmayın. Bizim mahalleye geldiniz demektir. İlerdeki köşe bizim apartman. Gelin bir çayımı için lütfen:)