25 Temmuz 2011 Pazartesi

HAFTASONU DEDİKODULARI

Pazar günü Zeyland'da Burger-King'e takıldık. Oğlum öyle istedi. Ben burger sevmiyorum ama zaman zaman yiyoruz, talep üzerine. Tatilcilerin de uğrak yeri olunca bir gözlem yaptım bilinçsizce: Özellikle, gençten orta yaş kuşağına kadar bir yaş grubunun, "Ben tatile çıktım" yürüyüşleri var:))) Kalçadan itibaren bacağı ileri atarken yere basan diğer bacak üzerinde yayılıp yaylanıyorsun. Arkada kalan bacak gerilecek. Aynı hareket diğer bacağı atarken tekrarlanarak yürüyüşe devam edilecek:)

Bu arada, insanların dışarda yemek yenilen her türden mekanda, evlerinin mutfağında yemek yiyorlarmış gibi bir rahatlıkları var: Çocuklarıyla ve birbirleriyle avaz avaz konuşabiliyorlar, tartışabiliyorlar, her türlü planlarını etraftakilerin de öğrenip az sonra olaya dahil olmaları gerekiyormuşçasına yapabiliyorlar.



  • İki aile pür neşe ertesi gün birinin evinde buluşmak üzere sözleştiklerinde, sizin de "kaçta gelelim" diyesiniz gelmiyor mu?

  • Kadın çocuğuna köfte yedireyim diye kendini paralarken, "şekerim bırak, canı isteyince yesin" dememek için kendinizi zor tutmuyor musunuz?

  • Karı koca üfürükten bir mesele yüzünden ağız dalaşına girip "sen zaten hep böyle yaparsın" lafını duyduğunuzda, "üleeeyn hiç mi psikolog seyretmediniz bi kanalda, sen dili değil, ben dili kullanıceksin, ceksin, ceksiiinnnn!!!!!" diye içinizden bir tanıdık bağırmıyor mu?

  • İki sevgili saçma salak muhabbetini civarlarındakilerden esirgemezken "Kızım veya oğlum, bu kız veya oğlan hiç de sana uygun değil" diye haykırıvermekten korkmuyor musunuz?

Tiyatro sergilemek isteyen sahneye buyursun. İstersek bilet alıp izleriz. Zorla güzellik olmuyor.

Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi bittiğinden beri tv izlemiyorum. Biraz kitap, biraz blogla vakit geçiriyorum. Ütü yapabildiğim günler kendimi takdir ediyorum. Sıcaklar iyice bastırdı.

Kış bir türlü bitmeyince, pikeleri de çıkarmamıştım. Hatta "hepi topu kullanacağım 1 ay kaldı, onda da yüklüklerden pike mike çıkaramam artık" demiştim. Büyük konuşmuşum. Pikeleri çıkardım. Yorganları yıkayıp kaldırmaya başladım.


Fotoğraflar 1-2 ay kadar önce Köroğlu Beli mevkiinden çekildi. Fotoğraflarımı cep telefonundan çekmeyi pratik bulduğumu bilen oğlumun, anneler günü hediyesi olarak aldığı telefonla çektiğim fotoğraflar. Deneme yaparkenki ilk görüntülerim diyebilirim. Ben sevdim. Gerçi fazla oyuncaklı telefonları sevmiyorum ama yavaş yavaş alışmaya başladım. Teknoloji özürlüyüm vesselam.



Aşağıdaki mor çiçek çok küçük. Yanında bir şişe kırığı var dikkat ederseniz. Her yere iz bırakacağız illa. Bunu bir de köpekler yapıyor, alanlarını belirlemek için. Ayıp oldu evet. Ama onların yaptığı daha da ayıp. Üstelik yangın tehlikesi yarattığı için bir daha ayıp.


Bu beyaz çiçekler de bir serçe parmağı tırnağı kadar. Ama yakın çektim, şekilden şekle girerek.

Aşağıda daha büyük bir beyaz çiçek var. Üniverstede Botanik derslerinden hiç zevk almazdım. Şimdi gördüğüm bitkinin fotoğrafını çekiyorum. Ne demişler, "gençler bilebilseydi (veya düşünebilseydi), yaşlılar yapabilseydi"...
Buraya kadar kaç kişi okudu bilmem? Madem artık buradasınız birkaç tane daha güzellik vereyim sizlere, yol kenarından:











14 Temmuz 2011 Perşembe

BİR YUDUM SERİNLİK

Dolapta kalmış 3-4 ekşi elmayı soyup minik dilimlere parçaladım. Şeker ve su ilavesiyle tencerede kaynatım. İnmeden 4-5 dakika önce 1 limonu sıktım ve kabuklarını kaynayan tencereye rendeledim. 3 tane karanfil atıp kaynatmaya devam ettim. 4-5 dakika sonra da altını kapatıp soğuttum.




Dün tadına bakmamıştım. Bugün meyvelerini blendırdan geçirdim. Şekerini bilerek biraz fazla katmıştım. Bardağın yarısına kadar konsantre meyve suyumdan koydum. Üzerini suyla tamamladım ve buz parçaları ile doldurdum. İş dönüşü muhteşem oldu. Belki limonunu biraz daha fazla koyabilirmişim.






Aşağıdaki görüntüler blendırsız hali. Özellikle yazın meyve sularımı kendim yapmaya gayret ediyorum. Kullandığım en zararlı şey şeker. Meyvenin en güzelini kullanıyorum, en katkısız ve temiz meyve suyunu elde ediyorum. İçim rahat oluyor. Tabi benim de nefsime yenildiğim anlar çoktur, kola konusunda. Ama en iyisi ev yapımı yiyecek içecekler.









Az sonra da vakt-i zamanında okuyamadıklarımdan güzel bir romanı okumaya devam edeceğim: Bugün'ün Saraylısı. Yazarı Refik Halit Karay. Daha çok başlardayım. Dönem filmlerini, kitaplarını, dizilerini seviyorum ya, beğeniyle okuyorum şimdilik. Sonra bir kaç eleştirim olacak gibi, haddimi aşmadan. Sanırım dil sadeleştirilirken bir takım hatalar yapılıyor. Refik Usta'nın değil, sonraki basımlarda, dili günümüz Türkçesine uyarlayanların bazı hataları olduğunu zannediyorum. Ama içerik çok güzel elbette. Ne sözümüz olabilir büyük ustaya?

5 Temmuz 2011 Salı

ÇİÇEKLER DOLSUN HER YANA

Bu çiçeklerin adı ne bilmiyorum. Ama seneye benim de bunlardan bir dolu olsun istiyorum.

Annemlerin apartmanında küçük bir bahçe var. Her sene güzel çiçekler dikiyorlar. Çocuklara diktirmişler bir seferinde. Herkes kendi çiçeğine sahip olsun, koparıp ezmesinler diye. İyi bir yöntem. Onca çocuğun oturduğu apartmanda bir sürü güzel çiçek hiç bir şey olmadan yazı geçiriyor.






4 Temmuz 2011 Pazartesi

KENDİME ZARARIM.

Sadece yalancı tavuk göğsü yapacağım mutfaktan, yalancı tavuk göğsüyle beraber fındıklı kurabiye ve haşhaşlı kek de yaparak çıktım. Afyonluyuz ya özde; keke de haşhaş kattık, içimiz rahat etti. İyi ama kilolar bir türlü gitmiyor, onu ne yapsak acaba?






3 Temmuz 2011 Pazar

MİSAFİR VAR

Depolarımızın güvenlik sebebiyle "kilit üstüne kilit" bir durumu vardır. Hırsızlıktı, hainlikti, korumak lazım. Güvenlik konusunda obsessif olmaktan kimseye zarar gelmez.

Bu kadar iyi koruduğumuzu düşündüğümüz depomuzun serum konulan ayrı kilitli bölümüne geçenlerde davetsiz misafir girmiş: Hamile bir kedicik. Geri dönüşüme gitsin diye kenara ayrılan ve günlük yüklü miktarda serum çıkışı yapıldığından genellikle koli bazında verdiğimiz için, haftada 8-10 tane ancak biriken boş serum kartonlarından birini gözüne kestirip doğum yapmış. Personelimiz, yavru kedinin sesi çıkmaya başlayınca fark etmiş. Aklımıza bin tane senaryo geldi; anne kedinin nasıl olup da kapı kapalı, baca tıkalı bir depoya girebildiğiyle ilgili olarak. Bir taraftan da dehşete düştük: Gerçekten korku filmlerinde dedikleri gibi "hiç bir yerde güvenlikte değil miydik?"


TEPEDE GÖZLERİ PARLAYAN ŞEY ANNE KEDİ

Olay sonradan anlaşıldı: Deponun tavanında yer yer devam eden, yer yer kesilen asma tavanla havalandırma arasında biryerlerden girmiş. Çocuklar takip etmiş, anne kedi oralardan kaçmış.


PALETLERİN ARASINA BİR GİRİP BİR ÇIKAN YAVRU KEDİ
Zaten bu eski binada, anne kedi yolu öğrenmiş, tekrar gelecek. Nitekim personelin sesini duyunca yavruyu kaptığı gibi götürmüş, sonra gene gelmişler. Geçen gün de ben gördüm ve görüntüledim.

Aslında deli gibi "KALİTE" çalışmaları içindeyiz. Bir sürü prosedürü yerine getirmeye çalışıyoruz. Ama anlıyoruz ki, 1930'lu yılların ihtiyaçlarına göre yapılmış eski bir binada "kalite" ancak çalışanları bunaltmaya yarıyor. Yok okunuşu birbirine benzeyen ilaçlar listesiymiş de, yok ambalajı birbirine benzeyen ilaçlarmış da, yok aynı isimdeki farklı mg içeren formlarmış da, falan. Al sana birbirine hiç benzemeyen iki nesne bir arada duruyor ve bunun önüne geçemiyoruz: Kedi ailesi ve serum kolisi.

Tamam serum kolileri mukavemetli, biz bile falçatasız zor açıyoruz. Üstelik içlerinde birer şeffaf kılıf daha var serumların. En son da serum torbası bulunuyor. İnsan için bir tehlikesi yok yani. Ama yakışıksız.

Yakında teftiş de bekliyoruz. Tam teftiş esnasında bu kedi ailesi karşılarına çıkarsa biz ne diyeceğiz?



  • Daha dün burda serumdan başka birşey yoktu.

  • Efendim Almanya'dan köpeğimiz gelecek dedik, yavru kedi kendi faresini kendisi yakalamaya başlayınca çıkacaklar.

  • Noterden ihtar çektik, olmadı mahkemeye vereceğiz.

  • Biz kapıdan kovsak, onlar bacadan giriyorlar.

  • Aaaaa kedi mi, hangi kedi, biz kedi medi görmüyoruz.


  • Bir de şu taraftan bakın; en azından fareye karşı iyidir.

Yeni hastane binamız bitti. Şimdi teslimattan önceki son işlemler yapılıyor. Ümitlerim orası için artık. Ama durun hele... Oranın da ayrı bir hikayesi var. Dilerim korktuğumuz gibi değil, umduğumuz gibi olur her şey..