22 Mart 2014 Cumartesi

RENKLER, RENKLER, RENKLER...

İş yerinde Cerenimoyla çok zor bir kaç haftanın ardından, çooook zor bir hafta daha geçirdik ve cuma akşam 18.30'da "kafa basmıyor, artık yeter" diyerek evlerimize dağıldık.  Ceren akşama ne pişirdi bilmiyorum; ben köfte ve peynirli erişte pilavıyla, salata bile yapmadan geçiştirdim. Allahtan eşim köfteye de erişteye de bayılır. 
Cuma akşamları Yalan Dünya ve Beyazıt Öztürk'ün şov programı beni kendime getiriyor diyebilirim. Çayımı demledim, battaniyemi örmeye devam ettim. Renkler mutluluk veriyor değil mi?
 "Neden parça pulçuk, düzensiz görünüyor" derseniz, bende böyle efendim, hangi renk hangi rengin yanında nasıl duracak diye merak ettiğim için orasına burasına ekleme yaparak örüyorum. Renkleri aklıma geldiği gibi değil, bir düzen içinde diziyorum. Bittiğinde benim gibi simetriye takıntılılar nasıl bir düzen olduğunu anlayacaklardır. 10 rengin kendisiyle ve birbiriyle kombinasyonundan oluşan basit bir sistem. Göbekte 2 renk var. Dış taraftaki renklerin sırası içte de aynı sıra ile devam ediyor. Bu durumda çapraz köşegenlerden biri boydan boya tek renk göbek motifinden oluşacak. Aslında bu kadar laf etmeye de değmeyecek, dediğim gibi, "takıntılı" veya "meraklı" kontenjanındakiler dışında kimsenin ilgisini çekmeyecek bir durum:) 
Bu arada severek takip ettiğim iki blogda dikiş etkinlikleri var, benim elimde ise başka dikişler... Bakalım bir yerde buluşabilecek miyiz kendileriyle. Şimdi link vermeye üşendim ama ilgilenenler zaten biliyorlar. 
Yeniden ve arayı soğutmadan görüşmek üzere.

10 Mart 2014 Pazartesi

CANDY CRUSH ŞEKERLERİ

Kağıt oyunlarını pek sevmem. Şu yaşıma geldim piştideki kağıtların hesabını hala yapamam. Okeye dördüncü lazımsa en son seçenek ben olmalıyım, sıkılırım. Monopoly, tabu falan filan bana göre değildir. Bir zamanlar eşim briç öğretmeye çalışmıştı, onun ciddi ciddi ders anlatması bana çok komik gelmiş ve ilk dersimiz aynı zamanda da son dersimiz olmuştu. Üst üste bir kaç kereden fazla tavla bile oynayamam.
 
Ben eğleneceksem vakit geçirmek için değil, çok gülerek, coşarak eğlenmek istiyorum. Ama son zamanlarda facebooktaki Candy Crush oyununa dadandım. Acaip derece monoton, tek düze bir oyun; gidip gelip onu oynuyorum, 5 canımı bitirip dolunca yeniden oynuyorum. Dün gece "bir bitsin bir daha oyuna falan başlamam" dedim. Eltimin oğlu "yenge bu oyun bitmiyor ki" dedi.   
Nasıl yani? İlelebet süren oyun mu olur ya hu? Üstelik coşkun bir oyun değil, eğlenceli değil, komik değil, somut hiç bir şey elde etmiyorsun, kazanırken rakibini kızdırmıyorsun... Bana ters! Saksıya hazır dikilmiş çiçek alıp evinde cam önüne koymamış, toprağı kuruduğunda tutup sulamamış milyonlarca insan, bir dönem internette çiftçilik yapmıştı. Rivayet odur ki, bu insanların bazıları hala daha bu sanal tarlayı ekip biçmekteymiş. Ben de mi onlardan biri oldum ne? 
Sanırım teknik olarak öyle oldum. Yoksa bu rengarenk motifler neden bana facebook şekerlerini hatırlatsınlar ki? Üstelik arada bir de can sıkan insanları yan yana sandalyelere oturtup hayalen patlatıyorum. Bu oyunu bırakmalıyım. Önce bi azaltarak bırakmayı deneyeyim bakalım ne olacak :)) Hedef önce her gece sadece 1 set, sonra her gece 1 oyun ve en son bırakış...

9 Mart 2014 Pazar

DİKKAT, PAZARTESİ ÇIKABİLİR!

Pazartesi sabah alarm çalar, kalkar tuvalet masası üzerindeki telefonumun alarmını kapatır yeniden yatarım. Çünkü 10 dakika ara ile iki alarm kuruyorum, bu aradaki uykuyu hiç bir şeye değişemiyorum.                                       
                                     
Hemen hemen her gece geç yatıyorum. Çünkü gece benimdir. Geceyi kendim için yaşıyorum. Bu yüzden de her sabah kalkmakta zorlanıyorum. Gece geç yattığım ve sabah erken kalktığım için sürekli bir az uykuyla yetinme durumum vardır ama bu benim kendi kişisel tercihim olduğundan bir kaç haftada bir, o da ufak mızıldanmalar dışında hiç şikayetçi olmam. İş yerinde fazladan bir fincan çay uyanmam için yeterlidir.
 
Zaten işe başladığımızın en fazla 30. dakikasında telefon görüşmelerimiz başlar. Aynı anda ikişer telefona cevap vermek durumunda kaldığımız zamanlar o kadar çoktur ki, şu aşağıdaki hatun, bizim için hakikaten olağanüstü değil.
Evrak işleri de aşağıdaki görüntüyü aratmaz. Hele haftada bir kaç gün mesai saatleri içinde yetiştirmeye çalıştığımız işler yüzünden akşama doğru adrenalinimiz tavan yapıyor.
Bu durumda cuma akşamları eve gelince halim aynen aşağıdaki zavallı hayvancığın görüntüsünü andırıyor. Evet oturduğum yerde çalışıyorum; tarla sürmüyorum, inşaatta çalışmıyorum, iş makinası operatörü değilim, kazı yapmıyorum, kürek sallamıyorum ama hakikaten ruhen çok yoruluyorum.  
Evde de işler bekliyor. Temizlik, çamaşır, ütü, yemek, bulaşık, misafir ağırlama, misafirliğe gitme, dışardaki büyüklerini ziyaret, evdeki aile büyüğünün sorumluluğu...
Cumartesi sabahı mümkünse erken kalkıp temizliğe girişiyordum önceleri. Ancak bir kaç haftadan beri artık bunu yapmıyorum. Bazan pazar öğleden sonra işe girişip akşama kadar, bazan da ev işi azsa, eşim pazartesi akşamları biraz geç kaldığı için o gelinceye kadar yapıp bitiriyorum. 
Oysa ben hafta sonlarında bağımsız olmak istiyorum. Alışveriş yapmak, çarşı pazar dolaşmak, bu arada eve geç kaldım mı endişesi yaşamamak, 
hobilerimle uğraşmak, yakın civarlara gezilere katılmak, kitap okumak,   
dinlenmek istiyorum. Bu isteklerim, benim tempomla birlikte yürümüyor. 
Her ne kadar hafta sonunu kendi üzerimden anlatmış olsam da, çalışan hanımların pek çoğunun aynı dertlerden muzdarip olduğunun farkındayım. Bence kadınlar için fazladan 1 gün daha tatil ilan edilmeli. Bu pazartesi mi olur, cuma mı olur bilemiyorum artık. 
Gündemle ilişkili olarak, "sadece kendimize ayıracağımız 1 gün tatili veren parti hangisi olursa oyum onadır, bu da böyle biline" demek istiyorum ama haberleri takip ettikçe oyum daha bir kıymete biniyor, hiç birine vermeyip kendime saklayasım geliyor.) 
Hepinize güzel bir hafta diliyorum arkadaşlar. İşleriniz kolay gelsin. 

8 Mart 2014 Cumartesi

AYNI KALIPTAN İKİNCİ ETEĞİM

Bir önceki yazımda gördüğünüz eteğin kardeşini de diktim. Kalıp aynı, tek fark fermuar yanda. Aslında ben etekte arkadan fermuarı daha çok seviyorum. 
Burda degilerinin bir kaçında pantolona da arkadan fermuar dikildiğini görmüştüm. Bunun hiç denemeyeceğim bir metod olduğunu düşünüyorum. Pantolon fermuarım arkada olursa aklım da sürekli arkamda olur gibime geliyor:) 
Etek kumaşı çok ilginç. Esnek gabardin koyu kahve bir kumaş üzerine parçalı leopar baskılar var. Bu kısımlar kadifemsi bir dokuda. Afyonkarahisar Bursa Kumaş Pazarı'ndan aldım. Bursa Kumaş'ın olduğu her yerde bulunabileceğini düşünüyorum. Bu kumaşı aldığım gün, metresi 12 TL ile 25 TL arasında epeyce kumaş almıştım. Bu tam olarak kaç paraydı hatırlayamıyorum. 



KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN.

Tv programında sunucu kadınlar gününü kutlayınca eşimle aramızda geçen diyalog şöyleydi: 


  • Vaay, demek kadınlar günü bugün?
  • Evet.
  • 9 Mart (Yorulmuş demek kocişim, kadınlar gününü bilmesini beklemiyorum ama takvim gününü şaşırmasına da ben şaşırıyorum)?
  • Hayır 8 Mart (Pis pis sırıtmayı ihmal etmiyorum.)
  • Sadece 1 gün mü vermişler size (Sırıtma sırası onda)?
  • Size onu da vermemişler ya (Topu doksandan ağlarla buluşturuyorum)!
  • Geri kalan 364 gün kimin ya (Bir gol de bizim kaleye girdi mi şimdi)?
Programı izlemeye devam ediyoruz. 


6 Mart 2014 Perşembe

EN KOLAY DİKİŞ: ETEK!

Elbette anladınız, gizli işlerimin ne olduğunu. Kendime bir kaç etek diktim. İlk defa da gizli fermuar taktım.  
Daha önce hiç gizli fermuar çalışmamıştım. Bu hafta diktiğim 2 etekte denedikten ve yapabildiğimi anladıktan sonra; aynı kalıpla dikeceğim, kumaşları hazır olan diğer iki etekte de gizli fermuar kullanmaya karar verdim. Ayrıca, daha önce bu yöntemle ilgili olarak geliştirdiğim gereksiz direncim için de kendime kızdım. 
Blogspottaki arkadaşların gizli fermuar ile ilgili görseller ve videolarla dolu yazılarını takip ettikten sonra bana da bir heves geldi. Yeni aldığım kazayağı desenli kumaşlarımdan ilkinde öğrendiğim bu yöntemi, artık tüm eteklerimde kullanacağım.  
Eteğimin arkasını önüne çevirip alttan yukarı doğru fotoğraf çekerek kapanma noktasını göstermek istedim. Şekilde de görüldüğü gibi tam uç noktada biraz daha içeri girebilseymişim iyiymiş. Ben bu ilk deneme için hiiiç canımı sıkamayacağım. Bir agraf çifti çok güzel iş görür öyle değil mi?   
                              
Seneler önce TRT-2'de Bob Rose adında bir ressamın hazırladığı, "Resim Sevinci" diye bir program vardı. Bonus kafalı sevimli hoca hem resim yapar ve resmin püf noktalarını gösterir, hem de o anda yaptığı tabloyla ilgili tatlı hikayeler anlatırdı. Öyle güzel anlatırdı ki, çizdiği ağaçlarda yaşayan sincapları görebilirdiniz. Bob Hoca yanlışlıkla fırça değdirdiği yerleri ustalıkla kapatırdı. Bize de derdi ki: "Biz resimde asla hata yapmayız, sadece küçük yanlışlıklar olabilir, onları da kapatırız". Ne güzel bir ifade değil mi? İnsanın kendini bağışlaması, helak etmemesi için açılmış bir yol, tatlı bir bilinç oluşturma, bir çıkış koridoru. Ben de bu yoldan giderek küçük yanlışlarımı küçük çözümlerle toparlamaya çalışıyorum. Fermuar kapanmadı mı, agraf takıyorum, küçük hata kapanıyor.
Yine de Bob Hoca'nın bu yöntemini ancak bir yere kadar kullanmak taraftarıyım. Hayat felsefesi yapmamak lazım. Yoksa koca koca adamların, karşısındaki insanları kandırmak için kullandıkları bir araç, bir hayat tarzı olur çıkar. Büyük hataların, ayıpların sonuna bir "cik, cık, cuk, cük" eki ekleyerek küçültemezsiniz, kamu vicdanı denilen şeyle helalleşemezsiniz. Gerçi minareyi çalmayı kafaya koymuş adamın kılıfın boyutuyla ilgili endişesi de olmaz ya, orası da ayrı konu. Agraf diyorum, agraf. Agrafın boyutu önemli. Büyük olursa iki yaka bir araya gelir ama görüntü çirkinleşir. Ayol siz ne düşünüyordunuz ki?