28 Ağustos 2011 Pazar

TESADÜFEN PRATİK

Ramazanda sakarlıklarım da olmuyor değil. Tavuk sularını buzluk kaplarına koyup donduruyorum. Daha sonra da kullanıyorum. Pilav yaparken bu donmuş etsuyundan kullanmak istedim ama sanki düz suya pilav salar gibi de gerektiği kadar su koydum. Gerektiği kadar su + gerektiği kadar et suyu = gerekmediği kadar sıvı görünen bir pilav! İş işten geçmeden hemen 2 patates soydum. Kalın halkalar şeklinde doğradım. Pilavın içine gömdüm. Suyun fazlasını alarak hem haşlandılar, hem de pilavın lapa olmasını engellediler.

Akşam yemekte bu patates dilimlerini de etin yanında servis etmek isterken birden kafamın içinde ampüller yandı. Patatesleri bir tabağa dizdim. Üzerlerine de daha önceden közleyip kabuklarını soyduğum ve zeytinyağında sarımsak parçacıklarıyla çevirdiğim kırmızı biberlerden koydum. Adeta "olmayana ergi" metoduyla oldurulmuş bir garnitür elde ettim:)

Denemenizi önereceğim ama pilava fazladan su koyup sonunda her zaman başarılı olunamayabilir. Siz paşa paşa önceden patatesleri haşlamayı deneyin:)))

27 Ağustos 2011 Cumartesi

DIYdık DIYmadık DEMEYİN



Apartmada doğalgaza geçiş sancısı var. Alt katımız kalorifer dairesi. Hummalı bir inşaatın içindeyiz. Bayram temizliğini bırakın, toz alsam yazık. Hal böyle olunca; öğleden beri aslında kitap okumak amacıyla girdiğim oturma odasında, bilgisayarımı görüp blog başına çöreklenmiş vaziyetteyim. Önce kendi arkadaşlarıma bir baktım. Sonra onların arkadaşlarına gittim. En sonunda da arada bir baktığım yabancı bloglardan birinin arkadaşlarının arkadaşlarından birinde buldum kendimi:) Kadın herşeyler yapmış: Örgü, dantel, takı, keçe... Takı işini pek bir boşladığımı düşündüm. Sonra daha geçenlerde yapmaya başladığım bir DIY projesi aklıma geldi, onca bloğu gezip dolaşmanın da verdiği şevkle sizlerle pylaşmak istedim.

Aşağıdaki ütüsüz ve kolsuz tunik, bir kaç sene önce mayo üstüne giymek için aldığım bir pazar mahsülüdür. Hiiiç giymedim. Giymeye teşebbüs bile etmedim. Bürümcükler suyu görünce daralıyor ya, mayonun üstünde her tarafıma yapışan bir şey olsun istemedim. Peki ne demeye aldım? Pazar psikolojisi!
Tuniğin kollarını çıkardım, uzunlamasına 3 parmak eninde kestim, temiz dikişle uzun şeritler elde ettim.

Dört tanesinden saç örgüsü yaptım:




Başlangıcını görmek isteyenler aşağıya bakabilirler:



İki koldan 2 bileklik, 1 boyunluk çıktı. Aslında ben upuzun 2 parça ördüm, biri boyunluk oldu, diğerini ikiye kesip 2 bileklik yaptım. Kestiğim yerleri ve başlangıç noktalarını kumaştan birer dikdörtgen parça daha keserek temizledim. Şimdi oralara gizli ilik düğme dikmek istiyorum. Saç örgünün üstüne kahverengi pullar ve mavi kahve boncuklarla gelişi güzel işlemeler yaptım. Ben şimdiden beğendim. Tek sorun, kendi giyim-kuşam tarzıma bu takımı nasıl uyduracağım? Galiba en garantili kullanım, benim için elbette, beyaz gömlek içidir. Bakalım bitince görüntüler, sizlerle de paylaşırım artık.





22 Ağustos 2011 Pazartesi

VİTRA BENİ DUYAR MI?

Yaklaşık 5 yıl önce bir kooperatife girdik. Hedef 2-2,5 senede müstakil, bahçeli evimizde oturmak, çimene basmak, çiçek, belki de akşam yemeğinde salatalarımıza yetecek kadar organik domates yetiştirmekti. Ancak anladık ki, inşaat sektörünün her safhası vaad edilenin en iyi ihtimalle 2 katı sürede tamamlanıyordu. Hele son 1 yıldır, sözüne güvenip plan yaptığımız bütün ustaların, sadece yalan söylemenin ustası olduğunu "kesinlikle" öğrendik. Bir kartonpiyercimiz vardı mesela, en kötüsü; 10 günde yaparım dediği tavanları yaklaşık 8 ayda bitirdi.

Evlerin içlerini site sakinleri kendi zevklerine göre kendileri yaptırıyor. Banyo ve tuvaletlerimiz bitti. Sıra klozet, lavabo, duş teknesi ve küvet gibi şeylere geldi. İnternetten epeyce araştırdık. Ama fotoğraflardan hiç bir şey net anlaşılmıyor. Çankkale Seramik ve Vitra arasında kaldık ve kalitesine güvenerek Vitra'da karar kıldık. Bu arada diğeri de gayet kaliteli ama biz Vitra olsun dedik.

Afyon için, "bütün yolların kesiştiği yer" falan denir ya, inşaat malzemelerinin transferinde külli yalan bir laf bu. İster Çanakkale olsun ister Vitra hiç bir küvet, lavabo veya klozet 14 günden önce Afyon'a gelmiyor. Üstelik koskoca bayiler bile, numune olsun diye üç beş çeşit malzeme getirmiyorlar. İnternetten veya orada gördüklerinizin aynısı olan kataloglardan ürünü beğendirip sipariş ediyorlar ve sipariş üzerine mal geliyor. Bayisiniz ama teşhir için bile doğru dürüst ürün barındırmaya yatırım yapmıyorsunuz. Nasıl ama temiz iş değil mi?

Bizim siparişimiz olan ürünler geldi sonunda. Hafta ortası falan gelmiş, bugün de montajını yaptırdık. Eşim erken gitti inşaata, ben de akşama doğru. Küvetin bir köşesi ve ön panelin bir köşesi kırıkmış. Ya yüklerken, ya taşıma şirketinin sorumluluğundayken, ya da bayide bir kaza oldu. Her halikarda da bayinin bundan haberdar olmaması mümkün değil. Sonuçta onlar teslim aldı.

Eşime "bu kırık küveti kabul etmememiz gerektiğini, benzerleri daha ucuzken, üstelik Koçtaşta bizimkinin yarı fiyatına da küvetler varken, eşek yüküyle parayı bu ayıplı mal için mi ödediğimizi" falan söyledim ama olmadı. Adamcağız son 1 yılını, bizzat usta peşinde dolanarak ve tutulmayan sözler alarak geçirdiği için bıkmıştı. "Ne sigortayla, ne kargoyla, ne bayiyle, ne Vitrayla uğraşacak hali kalmadığını, bir an önce şu ustalar tayfasından kurtulmak istediğini" söyledi. İtiraz etsek en iyi ihtimalle yeniden montajı 15 gün daha atacaktı. Artık bıkmıştı.

Eşim çok nadiren bu çeşit bir yılgınlık içine girer; pes ettiğini görmedim hatta. "Ben bunu internete yazarım, Vitra'ya da yazarım ama" dedim. "Yaz nereye istiyorsan" dedi.

Şimdi biz hakkımız olduğu halde, bıktığımız için ürünü geri çevirmedik, tamam. Ama eğer Vitra sesimi duyar ve duşakabinci siparişleri bitirinceye kadar acilen bir yeni küvet gönderirse, veya acil olarak bir küvet daha göndereceğine teminat verirse, eşim sanırım mecburen beklemeye ve değiştirmeye razı olur. Yoksa asla tükürdüğünü yalamaz ve aslında ailecek hepimiz bu inşaat sektörünün ta içine tükürecek kadar da tiksindik, yaşadığımız bu süreçte.

Küvetin ve ön panelin nasıl kırıldığının hikayesi zerre kadar ilgilendirmiyor beni. Ey Vitra, sizin de kabahatiniz büyük. Küçük bir çaydanlık paket ediyor gibi dandik bir ambalaj kullanmışsınız. 20-25 kiloluk serum kolilerinin bile köşeleri mukavemetli olsun diye çift kat çalışılıyor. Siz koskoca küveti ve panellerini üfürükten bir koliye emanet etmişsiniz. Kalite üretimle bitmez. Son kullanıcının memnuniyetidir sizin kaliteniz. Şimdi birkaç gün içinde bana bir cevap vermezseniz bu yazıyı haftada bir tekrar tekrar yayınlayacağım. Olumlu bir cevap alırsam, onu da her fırsatta bunu bloğumda yayınlayacağım.

Şimdi gelelim görsellere:










Ön panel, duvarda dik duruyor, henüz montajlı değil. Çekimi tepesinden yaptım:





Henüz ön panel monte edilmemiş hali:


Kapı kadar ama dayanıksız Vitra kolisi:















13 Ağustos 2011 Cumartesi

KIŞ HAZIRLIKLARI, BİTMEYEN İŞLER

Bloğum hobici olarak başladığı hayatına aşçı olarak devam ediyor artık. Sayfama sürekli yemek postları girmeye başladım.

Ramazan münasebetiyle ha bire yemek yaptığımı sanıyorum ama galiba işin özü farklı: Yaz bitmeden bulduğum her fırsatta kışlıkları aradan çıkarmaya çalışıyorum.



  • Taze fasülye aldım, annem ayıkladı, kırdı, ben de yıkayıp kuruttum. Aslında hala kurutuyorum. Şu an yemek masamın üzeri kurumakta olan fasülyelerin işgali altında.

  • Hastanede bir çalışanımız karadut satıyormuş, 2 kilo alıp reçel yaptım.



  • 3-4 kilo kadar kırmızı erikten marmelat yaptım.

  • Afyonkarahisar'da "uzun kabak" dediğimiz, köylülerin getirdiği bir kabak türü var. Bildiğimiz yemeklik kabaktan daha kalınca, iç çekirdek yapısı biraz farklı, asıl boyu çoook çok farklı bir kabak türü var. Kabağın boyu 45-50cm den 1,5 metreye kadar çıkıyor! Pek çok yerde bilinmez. İşte bu kabaklardan 10 kilo kadar falan aldım. Kabuklarını uzun uzun soydum, boyuna 4-6 parçaya dilimledim, yıkdım, çekirdek yataklarını temizledim, kuşbaşı doğrayıp bir pişirimlik olacak şekilde buzdolabı poşetleriyle buzluğa aldım. Kışın çok güzel uzun kabak pişireceğiz, size de tanıtacağım. Hatta sezonu bitmeden bulabilirsem fotoğraflayıp yayınlayacağım da sebzeyi.



  • Komşumuz bahçesinden kayısı toplamış 2 kilo kadar da bize verdi. "Mübarek gün yenmez, atılmasını önlemek lazım" dedim; ben tuttum reçel yaptım, kayısılar reçel tutmadı, akışkan bir sıvı oldu:) Üçüncü hamle yine benden geldi, blendırdan geçirip kavanozladım. Kayısıların artık itiraz edecek gücü kalmamıştı. Üstelik bir kaç akşamdır bu kayısılı konsantreyi suyla seyreltip buzla muamele ederek içiyoruz, enfes..


  • Birkaç kilo bezelye ve barbunya poşetledim, dolaba attım.



  • Dolmalık biber kurutuyorum. Aslında dolmalık biberler ipe dizilir ve balkonlarda rüzgar ve güneş ikilisi yardımıyla kurutulur. Ben içlerini temizleyip yıkayıp süzgece koyup pencere önünde güneşte kurutuyorum. Geçen sene de öyle yapmıştım. Çünkü sokağımızda yol çalışmaları ve yeni başlayan inşaat yüzünden çok toz var. Gerçi yemeden önce yıkanacak ve haşlanacak ama böyle de kuruyabiliyor.




Hal böyle, havalar da sıcak olunca, hobiye sıra gelmiyor. Yine de dün daha önceden kalıp çıkarıp kumaşını kestiğim bir bluzu diktim. Sonbahara şık, hanım hanımcık bir şey oldu. Aslında dün bitecekti. Akşam saatleri yaklaşınca yine yarım kaldı. İşin kötü tarafı, kesilenlerden artan kumaş parçalarını kaybettim. Bir bulsam, kol manşeti yapılacak:) Kim bilir hangi kumaş poşetinin içine tıktım? Evet ifade bu: "tıkmak". Çünkü eğer "koymuş" olsaydım, şimdiye kadar bulur ve yarım kalan bluzu, yarım saatte bitiriverirdim:( Kendime kızgınım. Dağıttım iyice son zamanlarda. Artık evi taşırken köklü bir derleme toparlama yapılacak; bu gerekliydi, farz oldu:))


Anna Karenina'yı okuyorum. Tercümesi oldukça iyi. Ama şekerim mi düşüyor bilmem, arada uyukluyorum.


Bu günlük bu kadar. Şimdi iftara hazırlanma zamanıdır. Allah ibadetlerimizi kabul etsin.

12 Ağustos 2011 Cuma

TENCERE BÖREĞİ

Teflon tencerede börek pişirdim. Yapmak isteyenlere tarifini vereceğim. Sahur sofrasındaki görüntü aşağıdaki gibiydi. Çay eşliğinde afiyetle yedik. Nasıl baştan çıkarıcı bir görüntü değil mi? mmmmm nefissss!!!!



Teflon da olsa tencereyi margarinle yağlıyoruz.
İlk yufkayı tencereye seriyoruz. Margarinden fındıktan küçük 5-6 parçayı yufkanın değişik yerlerine serpiştiriyoruz. 1 şişe maden suyunu açıp yufkayı maden suyu ile ıslatıyoruz.

2. yufkayı elimizle parçalayarak bir katman daha oluşturuyoruz. Yine yağ parçacıkları ve maden suyu muamelesi yapıyoruz.



2. yufka bitince 1 patatesi çiğden rendeleyerek yufkaların üzerine eşit dağıtıyoruz. Tuzsuz veya az tuzlu bir parça peyniri patateslerin üstüne ufalıyoruz. Fotoğraf çekmeyi unutmuşum, patateslerin üstünü açarak çektim sizler için:

Kalan 3. yufkayı yine parçalayarak maden suyu ile ıslatıp margarin parçacıkları dağıtarak birkaç kerede bitiriyoruz. Tencerenin kenarından sarkan yufkaları büzüştürerek içeriye katlıyoruz. Kalan maden suyunu üzerine döküp margarin parçacıkları koyuyoruz. Toplamda tencere başına 25 gr margarin kullanmamışımdır. Yine tencere başına 1 şişe depozitosuz maden suyu kullandım. 2 tencere pişirdim.


Tencerenin kapağını sıkıca kapatıp kısık ateşte pişirmeye başlıyoruz.


Yufkalar balon gibi şişip inmeye başlayınca bir tahta spatülle böreğin altını üstüne çevirip bir de o tarafını pişiriyoruz.





Altı üstü nar gibi olunca yenmeye hazır demektir. Afiyet olsun.



PATLICAN MUSAKKA

Afyonkarahisar'a ait, davet menüsünün en beğenilen yemeklerinden biridir. Daha önce de bir defa anlattığımı zannediyorum ama bu akşam bir kere daha sizlerle paylaşmak istedim.
Patlıcanlar bıçakla soyulur, 4 parmak kadar kalınlıkta önce enine, sonra bu enine parçalar 2-3 milimetre kalınlıkta boyuna dilimlenir. En az 1 saat bol tuzlu suda bekletilir ve acı suyunun çıkması sağlanır. Yağda kızartılır, tencereye dizilir.

Başka bir tarafta önceden ıslatılmış, düdüklüde yumuşatılmış nohutlar ılınınca, tek tek parmaklar arasına alınıp yuvarlanarak dış kabukları soyulur. Kıyma kavrulur, soğanlar yemeklik doğranır, az yağla kıyma üzerine ilave edilerek kavrulmaya devam edilir. Salça ile de bir kaç defa çevrilir. Su ilave edilir. Nohutlar da konularak bir kaç taşım kaynatılır. Bu harç patlıcanın üzerine yerleştirilerek patlıcanlar pişinceye kadar ocakta tutulur. Patlıcanlar önceden tuzlu suda tutulduğu için, yemeğe fazla tuz konulmaz.


Bu yemek eskiden nohutların üzerine patlıcan dizilerek pişerdi. Yuvarlak çay tepsisi büyüklüğünde bakır servis tepsilerine tencere ters çevrilir, nohutlar üstte kalınca şık bir görüntü oluşurdu. Ama o zamanlar 12-14 kişinin oturabildiği yuvarlak meydan sofralarında, musakka ortaya konularak, ortadan yenilirdi. Biz şimdi tabaklara servis ettiğimiz için tepsiye çevirmiyoruz. Dolayısıyla ben nohutları üste koyuyorum.


Mutlaka yapılması gereken bir yemek. Yapanların ellerine sağlık, yiyenlere afiyet olsun.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

RAMAZAN BEREKETİ

Daha şimdiden Ramazan'ın onda biri bitti. Günler çok hızlı geçiyor. Bugün aileden misafirimiz vardı yemeğe. O yüzden abartılmamış bir İftar yaptık hep beraber. İşte menümüz.




HAVUÇ ÇORBASI



KREPTE SEBZELİ ET
Un, yumurta ve sütle akışkan krep malzemesi hazırlanır. Teflon tavaya bir kepçe dökülüp altı üstü pişirilir.
Daha önceden iç harcı hazırlanacak. Ben az yağda kavrulmuş soğana bezelyeyi koydum. Önceden haşlayıp didiklediğim et ve suyundan az miktarını da bezelyelerin üstüne koyup 10 dakika kadar suyunu çektirdim. Harç olarak bu malzemeyi kullandım.

Krebin ortasına harçtan 1 kaşık koyup kenarlarını üstüne katladım. Katlı kısım alta gelecek şekilde tepsiye dizdim. Üzerlerine beşamel sos hazırlayıp döktüm ve fırınladım. Fırından çıkmasına 10 dakika kala üzerlerine rende kaşar ilave ettim. Bu kısımları fotoğraflamayı unutmuşum.




Yanına garnitür olması için, patatesleri soyup kalınca doğradım. Aslında elma dilimi şeklinde olmasını istedim ama patateslerim çok değişik ebatlardaydı. Olabildiği kadar oldu:) Tuz, sıvıyağ, kekik, karabiberle harmanlayıp borcama koydum. Kurumaması için üzerini aliminyum folyo ile örttüm. 20 dakika kadar yüksek ısıda pişirdim. Enfesti doğrusu.




Ramazan pidesiz olmaz elbette.




ZEYTİNYAĞLI TAZE FASÜLYE


Ayrıca Ev yapımı ayran ve ev yapımı meyve suyum vardı. Ramazanda menü arayan hanımlar, buyrun kolay ve tadı garantili bir menü.