25 Temmuz 2014 Cuma

TÜRK GÜLÜ

Bahçemizden tüm blogerlara gelsin. Kırmızı-beyaz renkleriyle tüm Dünya'nın Türk gülü olarak tanıdığı bir gül cinsi... 


Oğlum ikindi serinliğinde fotoğrafladı, ben de sizlerle paylaşıyorum.



14 Temmuz 2014 Pazartesi

ÜÇ KİTAP DAHA PAYLAŞSAM OLUR MU Kİ?

Zaten paylaşmasam olmazdı. İçimde kalmamalı. Unuturum falan da, edebiyat dünyası bu eksiği bir daha kapatamaz, neme lazım.
                      
Nermin Bezmen'in Kurt Seyit serisini epey bir zaman önce duymuştum, konu ilgimi çekmişti ve bir kaç defa da KİTAPYURDU internet sayfamda sepet oluşturup içine atmıştım. Ama almak nasip olmamıştı. Taa ki tvde bu dizinin çekileceğini (belki de çekilmekte olduğunu, hatırlamıyorum şimdi) duyana kadar. Hemen aldım üç kitabını da. Zaten ben seri bir şey gördüm mü hepsini almam şartmış, yoksa aradaki eksikler hayatımda büyük boşluk yaratacakmış gibi bir çılgınlık içine girerim. Yani dizi henüz çekiliyorken ben ikisini çoktan okumuştum. Üçüncü kitabı da dizinin bitmesine yakın okudum. Bu arada, dizi hangi kanaldaydı bilmiyorum ama internetten sadece 3 ya da 4 bölümünü izledim. Açıkçası fazla şaşaalı geldi bana. Kitabı okurken benim dünyamda yaşayan Kurt Seyit ve Şura'dan daha farklı buldum oyuncuları ve oyunculukları. Belki bunda romanın arka sayfalarında verilen fotoğrafların da bir etkisi olmuştur.

İlk kitap "Kurt Seyt ve Shura"; Bolşevik ihtilalinden Türkiye'ye kaçan, biri soylu bir Kırım Türkü diğeri Rus soylusu, birbirine aşık iki gencin Rusya, Anadolu ve en sonunda İstanbul'daki yer yer coşkulu, ağırlıklı olarak da hüzünlü öyküsüydü. Allah biliyor ya, kitaba bir ön yargıyla yaklaşmış, "zengin hatun kitap yazmaya heves etmiş, ben de basının gazına gelip aldım, bakalım ne bulacağım"  diye düşünmüştüm. Ama tıpkı Piruze'de olduğu gibi burada da bulunmaz, yegane, orjinal, falan, falan... olağanüstü bir hikaye var. Su içer gibi okutuyor kendisini. Öyle ne bir sanat düşünüyorsunuz, ne de anlatım bozukluğu aklınıza geliyor. 



  1. Yine de romanın başında çocukların sünnet düğünlerinin gereğinden uzun tutulması "şurayı atlayıversem bir şey çıkar mı ki? Yok atlamayayım ya ilerde burasıyla bağlantılı bir şey olursa?" gibi ikilemlere düşürüyor. 
  2. Bir romancıda sevmediğim o şey burada da hovardaca sarf ediliyor; yazar adeta bağıra bağıra bize diyor ki: "Kurt Seyit başarılıdır, gözü pektir, yakışıklıdır, herkes onu sever, tuttuğunu koparır, iyi at biner, öncüdür, en uzağa o gider, en önce de o gelir". Bu kısımlarda da benim gibi takıntılı okuyucuya "peki peki anladık, sen neymişsin be abi!" demek düşüyor. 
  3. Ayrıca okuyunca dimağı, dinleyince kulağı tırmalayan bir durum da şu ki; Nermin Hanım "gelmeye-gelmeğe, almaya-almağa, sormaya-sormağa" fiilimsilerini nasıl yazacağına karar verememiş, genellikle "ğ" kullanmış ama "y" şeklini de es geçmemiş. Allah aşkına, eski Türk filmi mi izliyoruz da "almağa, gelmeğe, gitmeğe" diyelim? 
  4. Son olarak yazar, çokluk algısı vermek için sayısız defa sinir edici ifadeler kullanmış: "Metrelerle, defalarla, kilometrelerle" demiş. Oysa biz "metrelerce kumaş alırız", "metrelerle kumaş almayız" , "defalarca okuruz" ,"defalarla okumayız", "kilometrelerce yol gideriz" "kilometrelerle yol gitmeyiz". Çok rahatsız edici geldi bana bu durum. 
Benim dil bilgisi ve anlatım teknik bilgilerimle kitaptan damakta kalan tadım bu kadarını fark ediyor. Siz daha neler bulursunuz bilemiyorum. Ama az önce de dediğim gibi, konu o kadar güzel ve sağlam ki "kadı kızının kusurunu" aramıyorsunuz artık. Biri bizim kanımızdan ve dinimizden, diğeri başka bir ırktan iki kalbin aşkını, dayanışmasını, kırgınlıklarını, üzüntülerini, bir dönemin çalkantılarını, savaşın farklı dinler ve ırklardan da olsa bütün insanları aynı şekilde ve kötü etkilediğini çarpıcı bir şekilde görüyorsunuz.
                             
İkinci kitap "Kurt Seyit ve Murka" ise, Nermin Bezmen'in dedesi ve anneannesinin evliliğini anlattığı bir kitap. Mürvet, yani dedesinin deyimiyle Murka, son derece bizden biri. Hele benim gibi küçük yerlerde yaşayan tüm insanlar ve özellikle de kadınlar gibi; "ayıp, günah, el adama ne der" diye ömrünü tüketmeye meyilli bir hanım. Ama Kurt Seyit gencecik ömrüne bir çok şeyi sıkıştırmış ve görmüş geçirmiş, farklı kültürlerle karşılaşmış, yaşamış, olaylara çok daha geniş bakabilen, hayattan ne pahasına olursa olsun zevk alan ve zevk vermeye çalışan, yarını düşünmeden yaşayan, tabulara baş kaldıran, kafa tutan, ezber bozan bir erkek. Ne zor bir beraberlik düşünebiliyor musunuz? E Nermin Hanım bu hikayeden roman çıkarmasa zaten ayıp olurdu. Haaa, teknik arızalar ve dil bilgisi mi? Bakınız birinci kitap :)


Gelelim üçüncü kitaba. "Dedem Kurt Seyit ve Ben". Bunu okuyuncaya kadar başta bahsettiğim önyargımdan dolayı kendime kızmıştım. "Burun kıvırmıştın ama yazmış işte kadın" demiştim. Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, "çok da okumasam olurmuş" diyeceğim bir kitaptı. Ama benim, başladığım her kitabı bitirmek zorunda hissetmek gibi bir takıntım var. Serinin üçüncüsü, ilk iki kitabın kısa bir özeti, içlerinden bir sürü alıntılar, yazım sürecinde yaşananlar, ata topraklarına ziyaret, Amerika'da Şura'nın kızıyla geçirilen bir kaç güne değinmelerden oluşmuş. İşte burada özellikle alıntıları atladım, gitti. Sayısız defalar duygular ve olaylar tekrar edilmiş. Bu arada yer yer kendi içinde de minik tutarsızlıklar olmuş ama hadi neyse... Bu kitabı okuyunca edindiğim duygu şudur: İlk iki kitabın taslağını Nermin Hanım bir yazara vermiş, o bunları toparlamış ve yazmış. Sıra üçüncü kitaba gelince "yahu ne var bunda, ben de yazarım, zaten hatıralar benim, hikaye benim, duygular benim" demiş, tutmuş kendi yazmış :) Nermin Hanım alınmasın ama üçüncü kitabın damakta bıraktığı tad çok kekremsi. Şimdi elimde okunmayı bekleyen epeyce kitabım var. Onları bitirince yine Nermin Bezmen'in daha önce yazdığı baba tarafının Balkanlardan göçünü anlatan kitap serisini alacağım. Anlatım tatminkar olmayabilir ama hikayeler sağlam:)
Hepinize kitap dolu günler diliyorum.