30 Temmuz 2012 Pazartesi

YENİ HİÇ BİR ŞEY YOK, HEPSİ ESKİ KUMAŞLAR

             Bazı dikiş bloglarında pazardan aldıkları kumaşlarını gösteriyor arkadaşlar. Afyon'da öyle "Bu kumaşı 1 TL'ye aldım, şunların topuna 5 TL verdim" gibi cümleler kurduracak pazar kumaşçısı yok. Üstelik Afyon'da Bursa kumaşçısı dışında kumaş satan yer de yok galiba. Burada da çeşitlilik gün geçtikçe düşüyor. Sanırım Afyon'da dikiş diken kimse kalmadı. Baksanıza ben bile neredeyse 1 senedir hiç bir şey dikmedim. En son yine Bursa kumaşçısından hatırı sayılır paralara 5-6 çeşit kumaş almıştım, onların da bir kısmı daha dikilmedi. Gerçi hazırlarla kıyaslanınca kendi diktiklerim çok ucuza geliyor ama, keşke bizde de pazarlarda ucuz ama kaliteli kumaşlar satılsa. O zaman "creme de la creme" olur:))                   
Bunlar Ankara Kızılay Bursa Kumaşçısından aldığım şifon kumaşlarım

          Pazar ayrı bir psikoloji. Bundan 8-10 sene önce Afyonda büyük pazaryeri haftada 2 gün bizim mahallede kurulurdu. Afyon'un en büyük mahallelerinden biri, haftanın 2 günü, tüm sokaklarıyla birlikte giriş çıkışa kapanıyor, sebep: Pazar var:) Arabanı sabah ezanıyla garajdan çıkardın çıkardın, çıkarmadınsa akşama kadar bir daha çıkaramazsın zaten.  Allah korusun bir yangın çıksa, biri hasta olsa, ne itfaiye girebilir, ne ambulans. Üstelik sabahın en erken saatlerinden itibaren gece yarısına kadar gürültüden durulmaz, pisliği de cabası. Şimdi uzak bir semte, bu türden sıkıntılar vermeyecek bir yere taşındı.  
Jarseler ve en az 20 senelikler, annemden aldım.
            Neyse, bizim evin yan sokağında da kumaşçılar var. Ama öyle güzel, kaliteli kumaş falan değilmiş. Şansın iyi giderse iyi bir şey denk geliyormuş. Teyzemle bir gün bu tezgahlara gitmeye karar verdik. Hesapta kıryama yapacağız. Deştik resmen tezgahı. Onu çekiyoruz, bunu atıyoruz, öbür tarafını sündürüyoruz, yok. Doğru dürüst bir şey bulamadık. Bu arada teyzemle beni gören bir sürü kadın da "ulan bu iki pazar sosyetiği burada ganimet bulmuş olmalı, ben de eksik kalmayayım" mantığıyla, tezgaha doluştu mu? Onlar da bizim gibi bir çabaya girdiler. Allah sizi inandırsın, o üstüne para verseler dibine yaklaşmayacağınız kumaş tezgahı oldu mu  pazarın en favori noktası:) Kendime ne zaman geldim bilmiyorum. Bir baktım üstümüz başımız toz içinde. Teyzemi de çektim kolundan, iki tokat attım, şok tedavisi niyetine (yok yok atmadım), o da kendine gelince, ardımızda tezgahta birbirini yiyen kadınları bırakarak, olay mahallini terk ettik.
Hediye kumaşlar, ince, bluzluk olabilir
            Gerçi bu en kötü tecrübemizdi kumaş almak adına. Daha sonraları, senede ancak bir kaç kere gidebildiğim yeni pazar yerinden de kumaş almışlığımız vardır. Ama hiç de öyle İstanbullu arkadaşların dediği fiyatlara kumaş bulamadık. Teyzemle pazara çıkmak ayrı keyiftir doğrusu. Bütün pazaryerini ve pazarcıların epeycesini bilir. İyi de bir de bu alınan kumaşları dikmek lazım değil mi? Biraz silkinip işe başlamam gerekiyor artık. Şu kumaşları size de göstereyim ki, benim için bir mecburiyet olsun bunları dikmek.
Yünlü jarse, pembeden yarasa bluz diktim, tam olarak bitmedi, yeşil elbise veya tvinset olacak.
Gri kadife sonbahar için ceket, diğeri muamma
Yukardaki muammanın detayı: Adeta 3 boyutlu bir kumaş, bakalım ne olacak?
Bursa kumaşçısından, ilk görüşte aşk kumaşlarım
Bundan sonbahar için kravat yaka bluz yapayım diyorum.
              

29 Temmuz 2012 Pazar

BİR MEFRUŞAT DİKİŞİM EKSİKTİ, O DA TAM OLDU

         Oğlumun kahve-mavi ağırlıklı, geçen sene kullandığı bir pike takımı vardı. Takım tek kişilik olunca yastığı da 1 taneydi haliyle. Ancak oğlum 2 yastıkla yatar. Yastığın biri genellikle başının altında, diğeri dizlerinin arasında, başının üstünde, ayağının veya kolunun altında olabilir. O günkü yatış şekline bağlı tamamen:) Geçen sene ikinci yastık için, başka bir yastığın kılıfını kullanmıştık her zamanki gibi ama bu sene bir güzellik yapayım dedim. 

         Katalogdaki renklerine bakarak sipariş ettiğim, ancak geldiğinde göründüğü kadar güzel olmadığını anladığım, yine de o kadar para verince 2 sene kullandığım bir nevresim takımım vardı. Alt çarşafının mavisi tam da pikenin rengindeydi. Takımın kendi yastık kılıfına şöyle bir bakıp, kabataslak dikiverdim. Ne mezura kullandım ne de topluiğne. Süpersonik modern makinamla cilalı taş devri yöntemlerini kullanarak bir çift yastık kılıfı imal ettim:)
         Evde mavi ip yoktu. Ben de gri ip kullandım, oldu da bitti maşallah. Hiç abes durmadı. Hatta keşke kahverengi ipim olsaymış da dekoratif dikiş yapsaymışım diye de düşündüm. Ama o zaman temiz işçilik gerekecekti, ölçmek, ona göre teğel, olmadı topluiğne falan kullanmak lazımdı.

         Oldu oldu. Gerçi ikinciyi dikerken yastık girecek açıklığı ters dikmişim, 15-20cm lik kısmı söküp yeniden diktim ya, o kadar kusur kadı kızında da bulunur artık. Doğuştan nevresimci değiliz her halde.
        Ben şimdi bunu becerdim, becerebildiğimi de öğrendim ya, işi büyütürüm artık. Çeyizimde mor çiçekleri olan bir çarşaf takımım vardı. Morlu beyazlı dantelleri falan da var. Ama çarşaf takımı işte, bense hep nevresim kullandım. Annem ne düşündüyse artık, bir kaç takım da eski tip kaplanılan çarşaflardan dikmiş. 5-6 sene önce eski tip yorgancı işi yorganlarımın tamamını dağıttım. Aslında içim de acımadı değil, caaanım saten yüzlü, elde dikilmiş, pamuk-yün karışımı yorganlar. Dolap beklemesi de ayrı bir acınası durum. Bari birilerinin işine yarasın ne yapayım? İşte bu yorganlar için yapılmış çarşaf takımlarını nevresime dönüştürmeyi planlıyorum. Bakalım. Çoğu planım gibi sadece plan olarak mı kalacak, yoksa hayata geçecek mi, birlikte göreceğiz.


     Dipnot: Yeni dikiş makinamla ilk dikişim bu kılıflar oldu. Şimdilik memnun gibiyim. Bir de derli toplu durması için kabin alacağım.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

YENİ DİKİŞ MAKİNAM

Eski dikiş makinam beni 16-17 sene idare etti. Aslında son 5-6 yıldır ben onu idare ettim ya, gidenin ardından konuşmayalım şimdi:)

SİNGER 6180; bu şirin şey evime yeni geldi. Umarım ablasından daha hamarat ve dayanıklı çıkar. Çünkü onunla pek çok şey yapmayı planlıyorum.
 Bir sürü desen seçeneği var. Üstelik bu desenleri büyütüp küçültmek, aralarını açmak falan da mümkün. Şimdilik öğrenmeye çalışıyorum. Bir heves eve gelir gelmez test etmek için nakış değil, dikiş ipiyle yaptığım çalışmalar aşağıda. 

Aslında bu modeli yaklaşık 2 aydır alacağım ama, Afyondaki bayi bu modelin fabrika stoğunda olmadığını söyleyip elindekini satmak istedi. "Yeni çıkan bir ürün niye fabrikada olmasın ki" diye düşünüp internette aradım, gittigidiyordan aldım. Hem de bayinin fiyatının sanırım 50 TL altında bir fiyata. 

Makina ben işteyken gelmiş. Kapıya yapıştırdıkları kargo bildirisinden ilgili büroyu aradım. Telefona çıkan kişi adres verirken aynen şunları söyledi: "Abla Eskişehirden Afyon'a gelirken bu yana döneceksin, hep sola dönersen MNG tabelasını görürsün" Müthiş tarif! Arkadaş sen ne yandasın?  Ben seninle ayna yana mı bakıyorum acaba? Ya benim bu yanım senin öbür yanınsa? Çok komikti ama o kadar iyi niyetle bana tariflerde bulundu ki anlatamam. Bu arada paketimin de hala, eve getiren ve beni evde bulamayan arabada olduğunu öğrenince, telefonunda çıkan numaramdan bana döndü ve şöförle bağlantımı sağladı. Gidip sokağın başında bekledim ve koliyi alıp eve geldim. MNG Kargoya ilgilerinden ötürü çok teşekkür ediyorum.

Hemen ambalajı açtım. Kitapçıktan öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Şimdilik memnun gibiyim. 

16 Temmuz 2012 Pazartesi

KIZARMAMIŞ YEŞİL DOMATESLER

Organik tarıma başladık. Sağ olsun mesai arkadaşım, köyde kendi ürettikleri domateslerin tohumlarından elde ettikleri fidelerden getirdi. "Fidenin nasıl dikileceğini  anlat, oğlumla dikeriz" dedim ama, ana oğul birlik olup fide dikimiyle ilgili sakil sakil sorular sorunca, eve kadar gelip kendi elleriyle dikti. 
İyi ki de o dikmiş, mesela çimenlerden temizlenmiş bir bölge yapmak gerektiğini, fidelerin oluşturulan arkın iki yanına dikileceğini, arkın içinin can suyu olarak hemen doldurulacağını bilemezdik. 
Bir zaman sonra, bize çapa yapmamız gerektiğini de söyledi. Ama önce çapanın nasıl bir alet olduğunu anlatması gerekiyordu:) 
 Çapayı aldık, nasıl çapalanacağını da bir site çalışanından öğrenen oğlum, bu konuda epey mesai harcadı.  

 Sonra bir gün bu çiçekleri gördük. Nasıl sevindik. Açıkçası bu amatör işimizde başarılı olacağımıza dair kuvvetli hislerimiz yoktu. Ama beklentimiz vardı.

Sonunda 2-3 gün önce bu güzellikleri gördük. Şimdilik sayıca azlar. Ama ilk taarruz başladı, bunlar akıncılar. Asıl ordu Ramazanda sofralarımızı süsleyecek eminim. Kapın gelin pazar çantalarınızı, bu yaz salçalar bizim domates tarlasından:)



13 Temmuz 2012 Cuma

BÜKME

İşte bendeniiiiz: Mutfakta her daim dağınık, ancak ful konsantre, 20 yıllık mutfak geçmişine rağmen sürekli panik halinde, çarpına çarpına çalıştığı için bacakları, kolları morluklar içinde bir hanım. 
 Bir kaç ay önce bir haftasonu eltimlere Afyon'un müthiş tadı olan "bükme" yi yapmak istedim. Hamuru yoğurdum (un, su, tuz), bezelere ayırdım. Sıra bezeleri açmaya geldi: Mutfakta dört döndüm, oklava yok! Hadi oklavadan vaz geçtim merdane de yok. Oysa taksit taksit taşıdığım mutfak eşyalarının arasına oklavamı ve merdanemi koyduğumu o kadar iyi hatırlıyordum ki.. Yanılmışım. Elle bir yere kadar inceltebiliyorsunuz ve hiç pratik değil. İnsan zorda kalınca ne çareler üretiyor. Tahta havanın tokmağını oklava gibi kullandım. Tavsiye etmiyorum. Çok zorlandım. Ama tekmil malzemeyle iş kotarabilmek değil marifet zaten. Marifet, yok zamanda iş bitirici şeyler  icad edebilmek. Bu da hoş bir hatıra oldu bize.
Hamuru bezelere ayırıp bezeleri inceltiyoruz. Üzerine yarı yarıya margarin-sıvıyağ karışımı sürüp, 
hamuru bir kenarından kendi üzerine yuvarlıyoruz. Aslında yer sofram olsa, bezeler daha büyük olacak, sofranın büyüklüğü kadar açılacaktı. Sonra bu koca yufkayı yağlayıp bir başından diğer başına enine 4-5 parçaya ayırıp bunları da üst üste koyarak katlayacaktım. Ben bu kat verme işini küçük bezeyi yuvarlayarak yaptım.

Birkaç ruloyu işi hızlandırmak için buzluğa attım. Bu işlemi rulolar bitinceye kadar tekrarladım. 
 Buzlukta hamur kendini topluyor. 
Ruloları 3 parçaya ayırıp dikdörtgen olacak şekilde açtım. Ben mecburiyetten havan tokmağı kullandım. Siz merdane veya oklava kullanın:) 
Ortasına iç harç koyup önce bir kenarını, sonra diğer kenarını, hamurlu kısım çok üst üste gelmeyecek kadar katlayıp, 

Kenar kısımları harcı kaçırmasın diye parmak uçlarımla bastırarak sabitledim. 

Tepsiye dizip üzerine yağ harcından sürdüm. Fırın önceden iyi ısınmış olmalı. Kızgın fırında üstü kızarıp içini çekene kadar pişirdim. İçi nasıl çeker dediğini duyar gibiyim bazılarının: Çiğ kokusu kalmayacak yani. Lop lop, kalın kalın olmayacak.
Bükmelerin hepsi fırından çıkmamışken daha, eltim sofrayı kurmaya başlamıştı bile. O da bize patlıcan böreği yapmıştı. Ellerine sağlık. Zaten fotoğrafları da o çekti.


Bükmenin prensibi milföy hamuru tekniğine benziyor. Katla-yağla-soğukta sakla :)) Peynirli, kıymalı, patatesli ve mercimekli pişirilebilir. Peynirli ve kıymalıya haşhaş kullanmıyoruz. Diğerlerine haşhaş çok yakışıyor. Marketlerde haşhaş ezmesi var. Ama çok sert. Biraz sıvıyağla inceltebilirsiniz sürmek için. 


Benim çocukluğumda babaannem haşhaşı kendisi evde kavurur ve haşhaş taşında sürterek taze taze kullanırdı. Bizlerde bu taştan yok ama halamda hala olduğunu zannediyorum. Bir ara gidip sizler için görüntülerim. Çok kolay tarif aslında muhakkak yapmalısınız. Afiyet olsun.


Dipnot: Oklavamla merdanemi getirdim artık:)

12 Temmuz 2012 Perşembe

BU BİR ÖZÜR YAZISIDIR


Günlerdir hepinizin bloglarına girip çıkıyorum, bazan mesaj bırakıyorum, yorum yapıyorum, bazan hırsız kediler gibi usulcacık girip çaktırmadan çıkıyorum. Kendi bloğuma hayrım dokunmuyor. Az önce baktım da "onu yedim", "şunu gördüm", "bunu düşündüm", "falancayı beğendim", "filancayı sevmedim" diye post girebileceğim on yüz milyon kırk tane fotoğrafım var. Neden yazmıyorsam artık
.
           

Ama bir ucundan da başlamak lazım değil mi?

           

Bu güller hastanemizin bahçesinden. Hattabahçeden de değil, bahçenin bitişiğindeki araziden. Evet kelime tam manasıyla arazi. Bakanı çekeni yok. Vaktiyle şantiye binası dibine dikilmiş galiba gül. E hastane inşaatı sanırım 4-5 yıllık bir hikaye. Bu arada epeydir ne sulayanı var, ne gübre dökeni. Allah bakıyor bu güllere. Bizim bahçedeki GÜYA yediveren gülleri hepsi toplamda yedi tane gül verip yüzümüzü güldürmedi daha. Çok kızgınım, çok. Ama domateslerden ümitliyim. Bir dahaki sefere onları görüntüleyeceğim sizler için (niye sizler içinse, sanki benim müstakbel domateslerimden siz salça yapacaksınız).

         

Fotoğrafların çekildiği günlerde hava daha iyice ısınmamıştı, hafif de bir yağmur çiselemişti.

         

Gelelim yazının başlığına: Bu güller sizler için sevgili blog arkadaşlarım. Umarım daha sık yazı girer, hatta yeni paylaşımlarda bulunurum. Yeni sürprizlerim olacak gibi. Tabi üzerimdeki tembel örtüyü silkeleyip atabilirsem.

         

        

4 Temmuz 2012 Çarşamba

HAYATTAN, ONDAN, ŞUNDAN, BUNDAN



  • Oğlum üniverste sınavındayken biz dışarda bekledik, tüm anne babalar gibi. Bir ara gözüm, güneşten korunmak için gölgesine sığındığımız tek katlı dersliğin çatısına ilişti. Kuşlar çatının altına yuva yapmışlar, telaşlı telaşlı girip çıkıyorlardı. Ne anlamsız bir devinim içinde olduklarını düşünerek kuşlara laf attım: "Napıyorsunuuuuz, nereye yetişiyorsunuz, ne uçuşup duruyorsunuz kuşummmm?" Sonra da düşünüm: Onların sürekli yuvaları burası. Birden bire aşağıya üşüşen biz insan topluluğu için onların da aynı şeyi düşünmediği ne malum:"Napıyorsunuuuuuz, nereye yetişiyorsunuz, ne toplanıp dağılıp duruyorsunuz insancıklaaaarrr?" 
  • Çocukların sınav stresini alt etmek için psikolojik desteğe ihtiyaçları olduğu söylenir ama sınavın bitmesini bekleyen anne ve babaları izlediğimde, çocuklarından daha fazla psikolojik desteğe ihtiyaçları olduğu kanısına vardım. Tanıdık ebeveynler karşılaştıklarında hep aynı ezberleri konuşuyorlar. "At yarışı" geyiğinden başlayıp eğitim sisteminin değişmesi gerektiği gerçeğine olayı bağlıyor, tekrar görüşmek dileğiyle vedalaşıyorlar. Bu arada bazıları ve özellikle bayanlar, işin cılkını çıkarıp dedikodunun dibine vurabiliyor, "etraftan duyulur muyuz acaba" endişesi taşımıyorlar. Bu kadınlar kadar pervasız olabildiğim bir gün (ama bir gün sadece, kendimden tiksinmek ve tiksindirmek istemem doğrusu) geçirebilmeyi  hedeflerim arasına aldım, çalışmalarım devam ediyor.
  • Yaz geldi, son zamanlarda izlediğim iki dizi bitti. Seksenler Ramazan'da yeni bölümlerle ekranda olacakmış. Yalan Dünya ise  yaz boyu yalan oldu. Televizyoncuların titreyip kendilerine intikal etmelerini  sağlayalım. Onlaraşu yaz sıcaklarında ancak belli kimselerin  yazlığa gidebildiğini, kalanların elit kimseler olmadıkları için değil; hatta bilakis bir organze sorunsalından bile ziyade, ya ekonomik ya da sosyal sorunsalları olduğunu, mesela işten izin alamadıklarını, bu yüzden işle ev arasında çakılıp kaldıklarını felan anlatalım. Dolayisiyle dizim ivedilikle yeniden başlasın. 
  • Bu dizideki karakterleri çok seviyorum ve başarılı buluyorum. Karakterler o kadar tanıdık geliyor ki, pek çoğunun bize komik gelen tavırlarını etrafımdaki, yanımdaki, yakınımdaki insanlarda, hatta kendimde görüyorum. Gülse Birsel'e bayılıyorum. 
  • Sivrisineklerle ve sineklerle başım dertte. Bahçeden eve hücum halindeler. Kafamın üstünde antenlerim çıktı, sinek kollamaktan. Sineklik çok iğrenç geldiğinden asla evime giremez. İnsektisitler ise kimyasal zehir olduğundan kullanmak istemiyorum ama kullanmak zorunda kalıyorum. Yaman çelişki içindeyim.
  • Havalar sıcak değil benim için. Hastanede klimalar tam gaz. Allah sizi inandırsın, her birimizin koltuğunda birer şal veya hırka var, üşüdükçe giyiyoruz. Buna rağmen eve gelip giderken arabanın camından kollarım amele yanığı olmayı başardı. Kollarımın bu renkli yarısını, başarılarından ötürü kutluyorum.  
  • Fotoğraf eklemek zoruma gidiyor, tembellik başa dert. İş lafa gelince çenem düşüyor. Başkaları gibi, kendime güvenip söz de veremiyorum ki yeni işlerimi falan göstereyim. Bu da bir süreç sanırım, geçer elbet.