29 Nisan 2012 Pazar

SSK'SI VAR, EMEKLİLİĞİ VAR:)

  • 23 Nisan'dan beri izinliydim. İznimi her ne kadar temizlik yaparak geçirsem de hayatımdan şikayetçi değilim. Evde olmayı özlüyorum çünkü. 
  • O kadar çok çamaşır yıkadım ve o kadar çok ütü yaptım ki, Türkiye Elektrik Kurumu benimle gurur duyuyordur. Artık ay sonunda yıldızlı pekiyi dolu bir fatura gönderirler eve. O zaman eşim de gurur duyar mı benimle acaba?
  • Çalışmayı seviyorum ama mesai saatlerinden nefret ediyorum. İşe canım isteyince gitmeyi, canım isteyince gelmeyi, mümkünse evden iş yapmayı, gerektiğinde gece yarılarına kadar çalışıp işi bitirmeyi, ama sabah ya kitap okurken, ya haber izlerken, ya da nette gezerken kızarmış ekmekli falan bir kahvaltı yapmayı istiyorum. Bunu yaparken de "işe geç kalmak" diye bir fiilin olmamasını arzuluyorum.
  • İşe giderken uygun kıyafet giyebilmek için ekstra zaman ve enerji harcamaktan nefret ediyorum. 
  • Evden yapılacak bir işleri olduğu için yazarları, kitap çevirmenlerini, çizerleri ve diğerlerini kıskanıyorum.
  • Kendimi uzun zamandır sadece, 80'ler dizisindeki annenin takıntısı olan "emeklilik" kavramı için çalışıyor görüyorum. Çünkü Ankara'da masa başında oturan koltuğunun efendisi adamların, taşrada işler nasıl yürüyor bilmeden oluşturdukları kurallar yüzünden, işkence haline gelen bu temeli ezelden bozuk sistem, artık ne bir işe sevgi, ne heyecan, ne de sevinç bıraktı bende. Bir de yeni hastane binasında eczanenin zeminin 1,5 kat altında, penceresiz, havasız, aşırı rutubetli, kanalizasyonu basan, tuvalet için 1,5 kat yukarı çıktığımız, ha bire elektriği kesilen bir yer olması iyice tadımızı kaçırdı. Hani hayat ilerde insana ne getirir bilinmez ama şimdiki koşullarımla; emekliliğim bugün gelmiş olsa ve bir kaç ay daha çalışırsam maddi çıkarlarım olacağını bilsem bile, beklemeden hemen emekli olacağımı düşünüyorum.
  • Emekli olduktan sonra bir emeklilik kadar, hatta daha da fazla çalışan insanların, çalıştıkları işlerinin mi çok sevimli, yoksa kendi beklentilerinin mi çok düşük olduğunu merak ediyorum.
  • Her şeye rağmen bir işim olduğu için seviniyorum.

28 Nisan 2012 Cumartesi

YENİ AKSESUARLAR

Geçen hafta Limango veya Markafoni gibi arada bir alışveriş yaptığım sitelerden birinde YKM indirimi vardı. Aylar önce YKM'de görüp çok pahalı bulduğum bazı biblolar dikkatimi çekti. Ama körü körüne de almak istemedim. Çünkü kargo parası falan derken astarı yüzünü geçebiliyor. Pazar günü YKM'ye gittim ve aynen düşündüğüm gibi mağazadan almak daha akıllıca oldu. Benim ev dekorasyonum için turkuaz ayrıntılara ihtiyacım vardı zaten. Aldıklarım işimi gördü. 
Toplamda 50 TL tuttu 5 parça ürün. Kartımda 30 TL'lik birikmiş para varmış. 20 TL'ye şık objelerim oldu:) 
 2 kuş, 2 yuvarlak mumluk ve 1 kaftan. Katfanın en küçük boyunu aldım. Bu serinin bütün parçalarında indirim yoktu. Aslında bir de büyük vazoları var bunların, indirimini yakalayabilirsem onlardan da almayı düşünüyorum. Ayrıca turkuaz tombul kuşlar neden indirimde değil, anlayamadım.
Herşeyi yıkamam lazım ya, yeni aldığım seramikleri de yıkadım, süzdürdüm, sildim ve sehpalara şöyle bir yerleştirdim. Geçen hafta pazardan beri ha bire çıtır çıtır sesler geliyor. Seramik kuruyor galiba. içleri sırlı değil ya.. 
 Yuvarlak mumlukları yan sehpaların üstüne yerleştirdim.

25 Nisan 2012 Çarşamba

VARAN-2

          İkinci goblen de bitti. Hatta galiba geçen hafta bitti. Üçüncüye başladım bile. Çerçeveletirken resmin kenarı paspartü olursa daha çok seviyorum. Bu resimlerin etrafındaki boşlukları siyahla işleyip aralarına resmin renginden küçük detayları serpiştirip öyle çerçeve yaptırmak istiyorum. Bakalım ne çıkacak ortaya...

24 Nisan 2012 Salı

23 NİSAN'IN ARDINDAN, 19 MAYIS'IN ÖNÜNDEN

23 Nisanda yazı girmedim. Ama atlamadım elbette, ailenin en küçüğü canım Gülce'mi aradım sabah sabah. Okulunda program varmış. Kardeşim "tam teşekküllü muhabirimiz Cevat Kelle gibi aldık fotoğraf makinalarını kamerları, gittik birlikte, velileri almadılar, bakına bakına eve döndük" dedi:) Öğleden sonra bir daha aradım. "Gülce bugün senin bayramın, çocuk bayramın kutlu olsun" dedim. Aman nasıl mutlu oldu, keyifli keyifli, kendisini çok önemli hisseden bir ses tonuyla bana teşekkür etti. Atatürk'ümüz Allah senden razı olsun, mekanın cennet olsun. Çocukların önemi sayende arttı bu ülkede.
Az önce 80'ler dizisini izledim. Son sahneleri 23 Nisan'a ayırmışlar. Çok duygusaldı. Benim çocukluğumda evimiz, Afyonkarahisar'da milli bayramlarda geçit resmi yapılan caddeye açılan bir sokaktaydı. Valinin halkı selamlaması, konuşmalar ve şiirler esnasında okullar, askerler, sivil savunmacılar, sağlıkçılar arka arkaya cadde boyunca dizilir ve sıralarını beklerlerdi. Caddenin bizim tarafımızdaki bölümünde askerler bulunurdu. Bizde kardeşimle birlikte sürahilere su doldurur, askerlere su dağıtırdık. Gece de fener alayı yapılırdı. Esas eğlence de buydu. Yanılmıyorsam önce askerler geçerdi. Yine askeriyenin hafif motorize güçleri yavaş yavaş ilerler, askeri disiplinin ardından tiyatrovari şeyler yaşanırdı: Kamyonetlerin üzerinde esnaf odalarının hazırladığı mizansenler olurdu. Mesela et kesen kasaplar, demir döven demirciler kendi meslekleriyle ilgili birer sahne haline getirirlerdi kamyonetleri. Sağlıkçılar ise yatağa bir hasta yatırır, başı -o zamanki kıyafetleri öyle olduğu için- şapkalı hemşire elinde kocaman bir enjektörle, güya bir doktor steteskopla kamyon üzerinde geçerlerdi.
Halkın bu denli katılımı çok hoştu. Şimdi ise 19 Mayıs törenlerinin yapılmayacağını öğreniyoruz. Biz vur deyince öldüren bir milletiz. Evet bazan törenler gerçek amacını aşıyor, hatta zaman zaman öğretmenlerin çocuklar üzerindeki eziyetine falan dönüşüyor, ayrıca sınav falan filan. Ama tek sıkıntımız bu mu kalmıştı yani? Biz aynı duygulara sevinemeyeceksek, birlik ve beraberlik duygusunu yitirmişsek, nasıl çözülmeden ayakta kalabileceğiz? Herkes kendi sevincini kendisi mi yaşayacak?
Havai fişekler havada değil, bizim yüreklerimizde patlardı eskiden. Ve biz daha fazla millettik. Birbirimizi daha fazla severdik. Ya da ben küçüktüm ve (toplu sevgisizlik görmediğim için) öyle olduğunu zannederdim...

MURPHY İŞ BAŞINDA :(

İki gündür temizlik yapıyorum. arada bir çağırdığım temizlikçi arkadaş müsait olmayınca iş her zamanki gibi başa düştü. Tam cam silme faslı bitti derken hava bulutlandı. Galiba yağmur var:(  Murphy efendi senden nefret ediyorum, ne zaman cam silsem yağmur yağmak zorunda mı acaba?
Aslında çok da şikayetçi değilim. Spor salonuna gitmek yerine evde iş yaparak zayıflamak mümkün. Fakir avuntusu değil, tecrübeyle sabit. Bu sene evim birden bire büyüyüp, onca sorumluluğumun arasında eve temizlikçi organizasyonunu bir türlü beceremeyince de iş hep bana düştü. Her şeyin üstesinden gelebilen ben, temizlikçi organizasyonunu bir türlü beceremiyorum. Aklıma bile gelmiyor. Aklıma geldiğinde kadının işi çıkmış oluyor, onun gelebileceği gün benim bir programım oluyor.
Dolayısıyla işleri şahsen bizzat kendim yapıyorum. Hastanedeki çalışma şartlarımızı, güncel hayatta taktığımız maskelerden dolayı içimden geldiği gibi cebelleşemediğim meseleleri düşünüp düşünüp bezi daha sağlam sıkıyorum, camları daha iyi siliyorum, yerleri daha temiz süpürüyorum:)
Hem kafamı boşaltıyorum, hem ev pırıl pırıl oluyor, hem de form tutuyorum. Kilomda 2-3 kilo kadar, bence "bir öksürsem o kadarını zaten veririm" diyeceğim türden bir miktar azalma oldu. Ama asıl fark pantolonlarımda meydana geldi: Sıkılaşmış olmalıyım ki, en az 1 beden küçüldüm.
Dün alt kat pencerelerini sildim. Bugün üst katta biraz daha fazla yoruldum çünkü banyoları da temizledim. Ama programım dahilinde hareket ediyorum. Temizlik esnasında bir taraftan da kaldırılacak kışlıklar falan yıkandı. Ütüye el atamadım. Artık o kadar da değil.

Gönlümden geçen elbette aşağıdaki görüntüydü: Hepsi aynı gün olsun bitsin. Ama ne mümkün...
Yarına programım hazır: Teyze akşamdan ertesi gün pazara gitmek için ayartılacak, sabah erken kalkılacak, pazarda ne kadar gereksiz tezgah varsa dolaşılacak, pazar psikolojisi ile "bana olmazsa falancaya olur, zaten çok ucuz" tesellisini zihnine kazımış olan pazarzede şiddetle uyarılacak, aynı şekilde ben pazarzede olmuşsam birinin beni uyarması için dua edilecek, sonuç itibariyle çarşı pazarın çeyrek fiyatına yarısı hiç kullanılmayacak ıvır zıvır poşetleriyle eve geri dönülecek... Sonuç olarak çarşı pazarın yarı fiyatına işe yarayacak bir kaç parça elimizde kalacağına göre, ekonmik bir durum olduğu düşünülebilir. Ama aslolan, bir çeşit terapi sağlanacak. Aslındaaa, pazar faslını kısa tutup alışveriş merkezlerine de gidilebilir. Çünkü haftasonları çok kalabalık oluyor. Durun planı baştan yapayım: Teyze akşamdan ertesi gün pazara ve alışveriş merkezine gitmek için ayartılacak....  

23 Nisan 2012 Pazartesi

ETİMEK TATLISI VE YENİ KİTAP

Yine Orhan Kemal, yine tatlı. Bir taraftan hayal dünyama diğer taraftan kalça ve göbeğimdeki yağlara yatırım yapıyorum:(
Tatlı bildiğiniz Etimek tatlısı. 2 su bardağı şeker çelik tencerede kısık ateşte susuz eritilir, rengi dönüp karamelleşmeye başlayınca 2 su bardağı sıcak su dikkatle dökülür, kaynatılır. Tussuz (tuzsuz bulamazsanız normali de aynı işi görüyor) Etimekler borcama bitişik nizam dizilir. Kaynar şerbet Etimeklerin üstüne gezdirilir. Üstüne önceden pişirilmiş, az şeker, un, hindistan cevizi, vanilya ve sütten mürekkep bir muhallebi dökülür (mürekkep dökmeyin, buradaki anlamı bu maddelerden oluşmuş manasına geliyor. Eski kelimeleri kullanmak hoşuma gidiyor bazan). Soğuyunca krem şanti ile sıvanır. Bir gece buz dolabında üzeri streç filmle kapatılarak bekletilirse, ertesi gün mükemmel oluyor.
Orhan Kemal geç keşfettiğim bir yazar. Gerçi okul zamanı doğru dürüst kitap okumuşluğum yoktu. Bizim mesleğin eğitimi dönüp dönüp ezber yapmaya dayalıdır. Sınava çalışırken  satır satır, paragraf paragraf ezber yaptık. Formüller ezberlendi, sentezler ezberlendi, yetmedi dönüldü dolaşıldı bir daha ezberlendi. Bu sistem benim okuma hızımı yavaşlatmadı, resmen bitirdi. Şimdi artık daha iyi bir okuyucuyum. Ama geç kalmış bir okuyucu. Vaktiyle okuyamadıklarımı okuyorum. Orhan Kemal büyük usta diyorum. O kadar ki, okurken hiç zorlamıyor insanı. Sanki filmini izliyorum. Zaman zaman kitaptaki renkleri, sokağın ucunu, atmosferi, yerdeki taşları, döşemeleri görüyorum. Roman kişilerinin konuşmaları, çekişmeleri, tüm insani duyguları o kadar tanıdık ki, anlamaya bile çalışmıyorum. Okurken ben de o sayfaların içinde bir karakter oluveriyorum.

22 Nisan 2012 Pazar

SEVGİLİ BANU İÇİN:))

Sevgili www.banuca , bu siteyi şimdicik buldum. Çok oyuncaklı bir blog. Tam senlik benlik. Yorum bırakacaktım ama buraya yazayım da herkes görsün dedim.
http://biguhandmade2.blogspot.com/

21 Nisan 2012 Cumartesi

CANIM AYŞE'DEN HEDİYE VAR

Hala kızım sevgili Ayşe, çok beceriklidir. Elinden her iş gelir. Dikiş, nakış, dantel, örgü, aklınıza ne gelirse.. ikimiz bir araya gelince hep kumaşlarımızı, modellerimizi, işlerimizi heyecanla birbirimize gösterir, çok güzel vakit geçeririz. Çocukken de bizim küçücük arka bahçemizde yere kilim serer, kopardığımız yoz asma yapraklarıyla, topraktan çamur kararak dolma yapar; nefes alsın diye burnunu, yemek yesin diye ağzını delip kestiğim naylon bebeğimi besleyerek evcilik oynardık. Bebeğin göbeğinde ağlaması için bir düzenek vardı. Bu düzenek bozulunca oradan çıkarmıştım. Dolmaların sindirimi tamamlanınca göbekteki yuvadan çıkarır, bebeği yeniden beslerdik. Taa o zamanlardan ikimizin de aklı ev işlerindeymiş.
Ayşeciğim bana ev hediyesi yatak takımı dikmiş. Çok başarılı, profösyonelce iş çıkarmış. Pamuklu saten, tam yaz mevsimine göre. Ben onun geldiği gün tesadüfen nevresimleri makinaya atmıştım. Kuruyunca takmadım, gece yatarken yeni cicilerimi serdim. Benim gibi üşümesi bol birini, şimdilik yatağa girince azıcık soğuk gibi hissettiriyor ama yazın sunacağı konfor su götürmez.



Nevresimin ağız kısmına boylu boyunca fermuar dikmiş, düğme aramıyorum. Çok lüks bir durum:)) Fermuarı da dantelin ve harcın altına gizlemiş.
Çarşafı etek olarak devam ediyor. Aynı harç ve dantel etekte de kullanılmış. Ama ben ya çekmemişim, ya da fotoğrafı kaydetmemişim. Ayşeciğimin ellerine sağlık diyorum. Onun işlerini görmek isterseniz, buyrun adresi: www.ayseninelisleri.blogcu.com 

7 Nisan 2012 Cumartesi

ÖNCESİ-SONRASI: ESKİ ÇİÇEKLİĞİN YENİLENİŞİ

Bu çiçeklik ise anneannemden anneme, annemden de bana gelen bir çiçeklik. Annem çiçeklerinden sıkılmış. "Alıyorsan götür, almıyorsan kim isterse verivereceğim" dedi. Hemen bir kaç çiçekle bu çiçekliği kaptım. Babam topraklarını değiştirmiş zaten. Eli de açıktır. O kadar çok toprak koymuş ki, laf aramızda sularken hep yerlere dökülüyor:) Kalan toprağı da koca bir poşetle elimize tutuşturdu:) Yolda oğlumla çok güldük. Evimiz bahçe içinde, biz torbayla çiçek toprağı getiriyoruz:)Neyse efendim; o yabancı bloglardaki "öncesi-sonrası" postlarına çok özenmişliğim vardı. Sonunda 2 çiçeklik boyadım, 2 tane de benim "öncesi-sonrası"m oldu. Aslında kış bahçesinin genel havasına kahverengi daha uygun gibi görünüyor ama, beyaz kesinlikle güzel durdu. Şimdilik içi boş. Yakında rengarenk saksılar içinde bir daha görücüye çıkaracağım, bakalım beğenecek misiniz?

6 Nisan 2012 Cuma

ÖNCESİ-SONRASI: YENİ ÇİÇEKLİĞİN YENİLENİŞİ

Tekzenden 2 katlı bir çiçeklik 2 uzun saksı aldım. Ayrıca çiçek toprağı, onlarca çiçek tohumu ve 4-5 tane de sebze tohumu. Baktım hastanede hayat yok, çiftçiliği bir deneyeceğim:) Çiçeklik aşağıdaki gibi siyah ferforje idi. Gözüme pek bir çirkin geldi. Bir kutu beyaz yağlıboya ve fırça ile makyajını yaptım.İlk kattan sonra şöyle bir şey oldu.İkinci kattan sonra daha güzeldi. Saksılara imaj yapamadım, hemen hazır aldığım çiçekleri diktim, köşesine yerleştirdim. Şimdi bir de bahçemizin çimleri çıksın, çaya buyurabilirsiniz. Bahara karşı oturur sohbet ederiz.

4 Nisan 2012 Çarşamba

TOKİ HASTANE YAPMASIN

Sabah saat 7. Hastanede yine kanalizasyonun bodrumu bastığı haberini aldık. Eczane de bodrumda... Ayağıma çorap bile giymeden hastaneye gittim. Manzara öncekilerin aynısıydı.Aşağıdaki fotoğraf sık sık zihnimden geçen bir enstantanedir. Çünkü bu aralar hastane eczaneleri, pek çok yeni sıkıntı ile başbaşa kaldı. Kanalizasyon basması da üstüne tuz biber oluyor.
Hastanenin yeni binasını tasarlayan ve hayata geçiren tüm TOKİ ekibinin üstüne sıçrayasım var. Kendimi kasten tutamayıp, bildiğim tüm yakası açılmadık küfürleri üzerlerine salasım var.
Kafası; bodrumda kanalizasyon basması, tavan akması, oksijensizlik içinde ve personelsiz iş başarmanın mümkün olmadığını algılayamayan, ya da "anlamıyormuşa yatan" idarecilerimizin karşısındaki durumumuz aşağıdaki gibidir. Asla nezaketi elden bırakmadan, dinliyormuş gibi yaparak, sürekli oyalama taktikleriyle problemi öteleyerek nereye kadar gidilebileceğini birlikte test ediyoruz.Akşam oğlumla, onun kursuna gittik. Dönüşte yakıt aldık. Direksyonda oğlum vardı. Benzinlikteki pompacı çocuk oğluma "Yeşilyol'a mı gidiyorsun" diye sormuş. Yeşilyol Afyon'da gençlerin "piyasa" yaptıkları bir sokaktır. Oğlum neden sorduğunu öğrenmeye çalışınca, "Zengin züppelerin depoyu fulleyip Yeşilyol'da gezdiğini, baba parası yediğini" anlatmış. Ne bilsin ki bu gencin, evet, para hesabı yapmayı bilmeyen bir annesi vardır. Ama aynı zamanda, paranın kıymetini de bilen bir annedir bu. Ne kendisi baba parası yer, ne kocası baba parası yemiştir, ne de evladına baba parası yedirmeye niyeti vardır. Zaten o oğulun da çok şükür öyle bir talebi yoktur. Pompacı içinde ne biriktirdiyse artık, açık açık her fitnesini anlatmış. Eee dervişin fikriyle zikri arasında bir kısayol var ki, masa üstünde tek tuşa bakıyor. Napalım biz o yakıtı almak zorundayız. Yoksa şehirde arabamıza garaj değil, arabayı ceken ata hara aramamız gerekecek:))
Yine dönüşte, geç kalıp yemek yapmaya zaman bulamayınca Migros'tan hamburger köftesi ve ekmeği alıp belki zararsız ama kesinlikle yararsız bir yemek, daha doğrusu "yemeğimsi" yapıp yedik, ana oğul... Aşağıdaki kadar da dolu dolu olmadı bizimki:(((( Dolapta ne varsa, Allah ne verdiyse..
Şu anda bilgisayar başında uyuklamak üzereyim. Aşağıdaki fotoğrafla aramda pek bir fark yok gibi. Ama aynı pozu yakalamaya az kaldı.