31 Aralık 2012 Pazartesi

SİZCE NE YAPAYIM?

Tuhafiyeciden düğme beğenemeyince, harç alıp çıktım.   
Sizce siyah ipek (veya saten) bir gömlek mi süslemeliyim bununla, yoksa krem veya beyaz mı? Krem gömleğin yakasıyla ön ortasını mı süslemeliyim, yoksa sadece omuzlardan manşetlere kadar kollarının üstünü mü? 
Belki de yeni aldığım, kendinden desenli bordo kumaşımla kruvaze bir elbise dikip omuzdan bele giden yakanın tek tarafını bu harçla süsleyebilirim. Aklımda bir kaç dikiş projesi var. Şu yılbaşı sayım, suyum, devir, mali hesap denkleştirmesi gibi fani işlerimi bir bitireyim, en sevgili ve asli işime başlayacağım. 


25 Aralık 2012 Salı

BİR BAŞARISIZLIK, BİR HAYAL KIRIKLIĞI, BİR EH İŞTE

Motif bahtaniyenin ucuna bir dantel yapayım dedim. İlk denememden memnun kalmadım. Başarısızlığım budur.

Peyami Safa en sevdiğim Türk yazarlarındandır. Ama bu "Bir Akşamdı" romanı beni deli etti. Yazarın okuyucuyu yönlendirmesinden, hem de bunu gözüne soka soka yapmasından nefret ederim. Peyami Usta bu romanında, okuyucuya adeta "sen salaksın, bu kadının kötü olduğunu, yaptıklarının kötü olduğunu anlamazsın, ben söyleyeyim de bil" der gibi yazmış. Üstelik ben kitaptaki ilişkiler yumağında, haddimizse; suçlanacak tek kişinin, tüm şimşeklerin üstüne çekilmeye çalışıldığı kadın karakter olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kitap benim için hayal kırıklığı oldu. 
İlk denemeden sonra şimdi de aşağıdaki basit danteli örmeye başladım. Yarısı bitti. Haftasonuna kadar bahtaniye tamamlanır diye umuyorum. Modelden çok çok memnun değilim. Eh iştem de budur. 


24 Aralık 2012 Pazartesi

SAKLADIM SAMANI, GELDİ ZAMANI

Eteğimi belki 3 veya 4 yıl önce dikmiştim. Yün oranı yüksek bir kumaştı. Dikiş kenarlarının sürfilesi sırasında ipim mi bitti, eski makinam triplere girip zigzag dikiş mi yapmadı, elektrikler kesildi o kısma çalışamadım mı, artık geçmiş gün ne olduysa oldu hatırlamıyorum, bir tek etek ucu temizliği ve baskısı kalmıştı. Ertesi sene aşka gelip bitirme hevesiyle, boyunu kesinleştirmek için üstüme denedim, aldığım kilolar canımı sıktı, yeniden bohçaladım, kaldırdım ulaşılmaz yerlere. Üstünden belki iki yıl geçti. En son geçen sene taşınırken kirli çıkımdan buldum, gün ışığına çıkardım. Bir de baktım azıcık zayıflamışım, içine sığabiliyorum artık.
Cumartesi sabah yeni bordo kazağımı bu gri etekle giymek aklıma esince, hemen 2 dakikada zigzaglarını ve baskısını yaptım. Altına da yine belki 4-5 yıllık ama hiç giyilme şansı olmamış bordo çoraplarımı ve bir kaç ay önce aldığım gri botlarımı giydim. 
Fotoğraflar pek bir kötü farkındayım. Ama Güneş de pek nazlı kış günü biliyorsunuz. Eteğin kalıbı elbette burda dergisinden. Başka alternatif yok Türkiye'de galiba. Bir de Güler Erkan'ın kalıpları var. Onlardan bir şekilde bir kaç kalıp elime geçti ama bana çok demode geldiler. 
Dipnot: Son fotoğraftaki kadar tombiş olmadığımı zannediyor, en azından umuyorum:)

12 Aralık 2012 Çarşamba

SON DURUMLAR

Aslında daha önce bir kaç defa büyük işlere girişmemeye karar vermiştim. Ama bu başka bir durum: Etkinlik. 
Mazallah ben katılmasam olmazdı, etkinlik yarım kalırdı. Ama hakikaten çok hoş bir çalışma oldu benim için de. Paylaşım güzel şey. 
Epeydir hastanede yoğun günler yaşıyoruz. Zaten sene sonu kamu eczacıları için hep yoğun olur ama bu defa yeni oluşum içindeki Kamu Hastaneler Birliği dolayısıyla extra ağır durumlar yaşıyoruz. Aslında akşamları hobilerime vakit ayırırım dinlenmek için ama bu aralar sadece blog dolaştım. Son bir kaç gündür de elime yeniden iplerimi tığımı alıp oturdum da, bahtaniye anca bu boyuta geldi. Son 2 sıradayım. Her an bitirebilirim veya kalan kısmını bir kaç sene süründürebilirim ki yapmadığım şey değildir. 
Hep gece çekiyorum, renkler tam istediğim gibi çıkmıyor. Bahtaniyemi, flaşlı flaşsız, objektife "333"  veya "peyniiirrr" demesine fırsat vermeden, bir ordan bir burdan çekiyorum. 

Bu arada, bu sabah eczanemizi yine kanalizasyon bastı. Üstelik sadece eczaneyi değil, laboratuvarı, morgu, sterilizasyon odasını ve mutfağı da basmış. Öğle sonuna kadar krizlerdeydik. Şaka değil, kanalizasyon bu. Akşama kadar teneffüs ettiğimiz havayı tarif etmem mümkün değil. Gecenin şu saatinde, genzimde, gündüzden kalma tanıdık bir koku, hala daha duruyor. Ayrıca sanırım ürtiker oldum, omuzlarım, boynum, kollarım, yer yer bacak arkalarım, tek elimin üstü, alnım, yüzümün bir kısmı, sırtım kızarık ve kaşınıyor.


Etrafta dolaşan bir rivayete göre hastanenin yan tarafında inşaatı devam eden yeni doğumevinin temel kazıkları sırasında bizim hastanenin kanalizasyonu delinmiş! Arazideki suyu görebiliyor musunuz? Tabi ben de aynı fikirdeyim: İnsanlar okyanuslara platform kurabiliyorlarsa, biz sulak araziye neden bina konduramayalım?  İyi de, bir senedir yaşadıklarımızı bize kim izah edebilir acaba?
Başka bir rivayet de kanalizasyon suyunu tahliye eden pompalar bozulmuş da ondan su basmış. Bu da çok olası bir durum. Çünkü hastanemizde çok şükür, doktor steteskobundan, şeker ölçüm çubuğundan, tansiyon aletinden daha fazla çalışan bir edevat varsa, o da bu tahliye pompalarıdır. Senede bir kaç kez tutukluk yapması çok olağan. Yahu teknik atölye elemanları yağlamayı mı unuttunuz zavallıyı, yoksa mazot yerine benzin falan mı koydunuz motorcağıza haa?

Ben bu hastaneyi bu sulak araziye yapma fikrini ortaya atanlara, dünyanın en iyi fikriymiş gibi bu araziye bina dikmeye olur emri verenlere, bir hastanede çalışanların neye ihtiyacı var sormadan soruşturmadan, Sağlık Bakanlığının kendi kalite şartlarına bile uymayan bu hastane projesini çizen mimarlara, kötü işçilikleri sebebiyle 1 senedir anamızı ağlatan müteahhitlere ve taşeronlara çok sevimsiz duygular besliyorum. Öyle ki genzimin derinlerindeki kanalizasyon kokusu; "çocukların zihinsel gelişimini etkileyebilecek, olumsuz örnek oluşturabilecek, +13" ifadeler kullanmam konusunda, ilkel benliğime baskı yapıyor ama korteksim burada bir "biiiip" konduruyor. Az önce bahsi geçen insanlar topluluğuna sadece saygılar sunabiliyorum. Çünkü hastanenin inşaatı sürecindeki müteahhitler ve taşeronlar dışında, özne vasfındaki tüm kişiler, benim aynı zamanda bir memur olmam sebebiyle, "arz ederim" dediğim kimseler. Ama içimden öyle trenler geçiyor ki, biniversem birine, Şırnak'a tayinimde makam aracım olurlar. Sahi Afyon'dan Şırnak'a tren var mı acaba? Bu arada bakın bakalım bu gün daha neler olmuş:







Fotoğraflarda zemindeki parlaklıkların tavan aydınlatmalarının sudaki ayna aksi olduğunu söylememe gerek var mı, her şey ortada. Ancaaak, alamadığınız tek ayrıntı kokudur efendim. Bunu veren  bir fotoğraf teknolojisi, şansınızdan, henüz icad edilmedi. 

8 Aralık 2012 Cumartesi

KENDİM DİKTİM, KENDİM GİYDİM

İnsanın işe yarar bir şeyler üretmesi kadar özgüven artırıcı ne olabilir ki? Bu mantoyu bitireli epey oluyor. Kalıp süper. Sanırım bir kaç manto daha dikerim ben bu modelden. Yalnız küçücük bir ayrıntı var; Afyon'daki Bursa Kumaş Pazarı, mantoluk- kabanlık kumaşlar getirmeli. Ya da ben Ankara'ya gidip, şimdilik orada da bildiğim tek kumaşçı olan ve Afyon'dakinin en az 15-20 katı büyüklüğünde olduğunu düşündüğüm Bursa Kumaş Pazarına gidip oradan bir şeyler almalıyım. 

Bugün teyzemde gün vardı. Yine yedik içtik ayıptır söylemesi, güldük, eğlendik. Evden çıkarken yeni mantomu sizler için bir görüntülemek istedim. Ama insanın kendisini aynadan fotoğraflaması hiç de kolay değil. Durun bakalım, Rus Çarı Deli Petro "Yenile yenile yenmeyi öğreneceğim"  demiş ya, ben de yamuk yumuk derken kendi kendimi fotoğraflamanın kolay bir yolunu, bir açısını falan bulacağım. Baktım olmuyor, profösyonel fotoğraf makinası ve aparatlarını da alırım, bu sorunu kökünden de hallederim. Kurarım tripotumu, geçerim karşısına, gelsin çekimler...



Bu arada Afyon'da dikiş malzemesi bulmak hakikaten sıkıntı. Reglan vatka satılmaz mı ayol bir memlekette? Kız Meslek Lisesi öğrencileri nereden malzeme buluyorlar ki? Bu mantonun reglan vatkasını da sağ olsun babam bir terzi arkadaşı kanalıyla buldu. Zaten ilik evlerini de babam açtırdı, böylesi daha temiz oluyor diye bu tür dış kıyafetlerde ilik evi işini babama bırakıyorum, terzi arkadaşlarına hallettiriyor.

5 Aralık 2012 Çarşamba

HAVADAN SUDAN

Önceleri hava geç kararıyordu. Akşam gün batımları bir şölen gibiydi. Gökyüzünde feri çoktan geçmeye başlamış olan Güneş, bulutlarla dans ediyordu. Bana da her fırsatta acemice deklanşöre basmak düşüyordu. 










Sonra Güneş daha isteksiz ve az görünmeye başladı. Bulutlar krallıklarını ilan etmeye hazırlandılar; toparlandılar, bir araya geldiler, güçlerini birleştirdiler, renklerini belli ettiler. Coşmaya, azmaya çok hazırdılar. Şu görüntüleri çektiğimin 10 dakika öncesinde, gökyüzünde çok daha müthiş manzaralar vardı ama trafik yoğundu, size gösterecek bir şey yok maalesef, hepsi benim hafızamda. Ancak boş yola gelince, sizler için bu kadarını kapabildim yükseklerden. Haaa, hemen alttaki fotoğraf için, "bir UFO görüntüledim" desem olmaz mı? Olur bence, olur olur...

Sonra bu sabah uyandığımda karşıdaki dağlarımıza kar yağmış olduğunu gördüm. Birden sevinesim geldi. Hemen makinaya sarıldım ama gürültü yapıp eşimi uyandırmak istemedim. Üst kattan daha güzel göründüğüne emin olabilirsiniz. Aşağıdakiler yolda yer seviyesinden çektiklerim. 
 Bence manzaranın en baba elemanı dağlardır. Her mevsim güzeldir dağlar. Her açıdan, her yüksekliğiyle, her kıvrımıyla güzeldir. 

Kış geldi ağır ağır. Fark ettirmeden, sessizce, sinsice... İçimiz yaz olsun sıcak sıcak, kış dışarda kalsın.