25 Şubat 2012 Cumartesi

SOĞUK ESARETİ

Geçen hafta yurdu kilitleyen soğuk hava, kar, fırtına ve sürgünü bazılarınız medyadan takip etmişsinizdir. Biz oğlumla, şehir merkezine 5-6 km mesafedeki evimize giderken yolda takip ettik. Tabi saatlerce Ankara-Afyonkarahisar- Eskişehir arasında ve daha unuttuğum kim bilir hangi yollarda mahsur kalanların çilesinden bahsetmiyorum. Bizimki 10-15 dakikalık bir seyahatti. Rüzgarın karları; hep aynı yönden ve aralardan eserek, yola genellikle enine şeritler halinde yığıntılar oluşturması çok ilginç bir tecrübeydi. Şimdiye kadar hep mahalle arasında oturduğumuz için, hiç sürgün görmemiştim. Kaldı ki, neredeyse 20 yıldır kış yaz her gün ilçeye gidip gelen eşim bile bu kadar kötü bir hava görmemiş.


Fotoğrafları arabanın farlarının da yardımıyla çektim. Aslında video çektiğimi düşünüyordum ama nasip fotoğrafaymış artık. Bir taraftan rüzgar esiyor, bir taraftan arabanın kapısını açmışım içeriye kar-buz doluyor, bir taraftan hiç üşümeyen ve bu yüzden hala kışın her gün önünü kapatmasını hatırlattığım oğlum garip bir şekilde üşümüş kapıyı kapatmamı istiyor, bir taraftan fırtınaya karşı koymaya çalışıyorum; ancak fotoğraf çekebilmişim:)




Ertesi sabah pencereden gördüğümüz manzara aşağıdadır: Rüzgar adeta pastaya spatulayla veya bıçakla krema sürerken oluşan görüntüler gibiydi. Ya da dalgalar gelmiş ve geldiği yerde donmuş gibi bir izlenim veriyordu.



Yeni hastanede Eczanenin yerin dibinde, kutu gibi bir yer ve penceresiz olduğunu yazmıştım. Gökyüzünü göremiyoruz. Dolayısıyla hava durumundan da bihaberiz. Bu hafta bir gün akşam eve dönerken bu görüntüleri fotoğrafladım. Artık gün boyu hava nasıldı bilemiyorum ama akşama doğru böyleydi:)




22 Şubat 2012 Çarşamba

BABAANNE KIRLENTİ

Kayınvalidemin çeyizinden bir yastık. Kendisi işlemiş. Nereden baksanız 60-65 yıllık mazisi vardır herhalde. Çok eskimiş, yıpranmış, senelerin izini, yaşanmışlığını üzerinde taşıyor. Kumaşı incecik ya da seneler boyunca kullanıla, kullanıla, yıkana, sıkıla, kuruya incelmiş. Ama renkler yine net, işleme başarılı, desen zarif ve gösterişli. Şimdilerde böyle kırlentler yok elbette. Mobilyaların kendi renk ve desenlerine uygun kombin kırlentleri var. Havalı, modern, albenili, trendy, sıradan, kişiliksiz ve duygusuz yastıklara yaslanıyoruz artık. Tıpkı konfeksyon işi kıyafetlerimiz gibi yastıklarımız da marka ama basmakalıp. Özellikli işler hep sandıklara tıkıldı.












17 Şubat 2012 Cuma

BİR KÜNEFE KALMIŞTI EL ATMADIĞIM, ONU DA YAPTIM.

Migros'tan denemek için 2 paket künefe aldım. 1 paketle gözüm doymaz. Ya beğenirsem ve gecenin bir vakti başka bir gün yeniden pişirmek istersem değil mi? Elimin altında bulunmalı. Paketten 3 adet künefe çıkıyor. Kendi tabağında fırında pişirip şerbetini döküp afiyetle yiyorsunuz. Ben hazır ürünlere pek prim vermem ama bu tad pek çok lokantada yiyebileceğiniz künefeden kesinlikle daha güzel. Tabi Hatay, Adana, Mersin gibi künefenin vatanı denilen yerlerde oturuyor ve iyi künefeyi hangi usta yapıyor biliyorsanız, o başka elbette.

Tarif paket üzerinde ve sizi çok güzel yönlendiriyor.



Şerbetini fazla kaçırmışım. Ama tadı çok güzeldi, emin olabilirsiniz. Zaten ikinci paket daha az şerbetli ve daha da güzel oldu mmmmmmmmmmm!

16 Şubat 2012 Perşembe

TRT'YLE YENİDEN

Dizi izlemiyorum desem çarpılırım. Müptelası olduğum bir kaç dizi var elbette. Ama tekrarları izlemiyorum. Üstelik geçen haftanın neredeyse tamamını, yeni diziden önce yayınlayıp gece yarılarına kadar insanları tv karşısına mahkum eden zihniyeti kınıyorum. Tüm dizilerin tek sebebi, sonucu ve ana fikri olan "REKLAM" dayatmasını ise sonuna kadar reddediyorum. İşte bu anarşist düşüncelerle, önceki hafta "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisinin yeni bölümünü beklerken TRT'de yeni başlayan "SEKSENLER" isimli dizi dikkatimi çekti. Ben de 1980'li yıllarda çocukluğumu ve gençliğimi yaşamıştım. O yılların teknolojisini, ülkenin ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal yapısını yeniden ve dışarıdan görmek çok hoştu. Hoş bir şey de, Öyle Bir Geçer Zaman ki eski bölümü verirken TRT yeni bölümü gösteriyordu. Ancak bu hafta, içinde bulunduğumuz kalabalık ortamdan mı, yoksa ben mi yanıldım bilmem, TRT de eski bölümün tekrarını veriyordu. Bakalım haftaya ne olacak?

Küçük insanların büyük dünyaları ilgilendirir beni hep. Belki de o yüzden "Muhteşem Yüzyıl"ı izlemiyorum. Aynı şeyi geçen seneki Bihter'li Ednan Bey'li dizi için de söyleyebilirim. Şaşaa bana göre değil.

Seksenler dizisini hala keşfetmemişseniz bir bakmanızı öneriyorum. TRT ana sayfası çok hantal, çoook çok yavaş. Diziyi başka internet sitelerinden de bulup izleyebilirsiniz.

15 Şubat 2012 Çarşamba

KIŞ BİTMEDEN

Kutuplardan değil aşağıdaki görüntüler. Bizim evin manzarası. Afyon'da karlar erise bitse bile bizde kar olacak. 10 gün önce hafta sonu, akşama kadar sisliydi Afyon. Beni de ha bire hastaneden ilaç vermem için çağırdılar. Görüntüler gün batımına yakın saatlerde, yine hastaneye giderken, cep telefonuyla çekildi. Sanki önümüzde bir körfez varmış gibi görünüyor değil mi?


UÇUŞAN KELEBEKLER

Epeydir dolap bekleyen bir kazağımı giymek istedim geçen gün. Daha önce fark etmediğim bir detayı görüntüledim ilgilenenler için. Şimdilerde hobicilerin pek bir merak sardığı kumaşa keçe uygulaması vardı ön bedende. Keçe ipleriyle tıktıklayarak kelebek işlemişler, boncuklarla da çiçek-yaprak kısmını oluşturmuşlar. Basit ama etkili. Modeli beğendiğim için bir de yeşilini almıştım. Boğazlı kayakları giymeyi çok sevmiyorum ve bu kazakları her sene ancak bir kaç kere giyebiliyorum. Dolayısıyla zaten eski ama yeni kalmış kazağımı ve detaylarını, birilerine fikir olması için ya da "eski düz kazaklar nasıl yenilenebilir" sorusuna cevap olsun diye yayınlıyorum. Bir ara yeşilini de görüntülerim.







13 Şubat 2012 Pazartesi

ANNEMDEN HEDİYE VAR.

İğne oyası oda takımım annemin ev hediyelerinden biri ve benim için en kıymetlisi. Aylardır oturdukça kalktıkça bunları yaptı. Şimdi masa için de bir kare örtü yapıyor aynı modelden. İğne oyası bilenler için kolay bir örnek, hele resmi yeni sekmede açıp büyütürlerse hemenecik anlaşılabilir bir oya. Ama sabır işi. Anneciğimin elleri dert görmesin.







12 Şubat 2012 Pazar

BURALARDAYIM

Yaklaşık 2-2,5 aydır çok yakınlarımızın sağlık problemleriyle uğraşıyoruz. Allaha şükür toparladık. Bu esnada bir de hastanemizin yeni binasına taşınması işi çıktı ki, inanın 5 tane ev taşımayı tercih edersiniz, o kadar eziyetli bir durum. Neyse bu hafta yeni eczanemizde çalıştık.

Yeni hastane binamız TOKİ'nin en salakça planı bence. TOKİ'nin Afyon'daki toplu konutlarından bir ev alan arkadaşımıza hayırlı olsuna gittik ve projeyi çok beğendik. Zaten mimariye azıcık meraklı olduğumdan, çok daha önceleri de bu kurumun internet sitesinden bazı evlerini incelemiştim. Ama iş hastaneye gelince sınıfta kalmışlar. Zaten aynı tip projenin uygulandığı başka hastanelerdeki meslektaşlarımızla da konuştuğumuzda bir dokunup bin ah işitmiştik.

TOKİ'nin aklı evvel mimarları, eczaneyi ve laboratuvarı yerin dibine gömmüşler. Zeminden itibaren 8 katlı binanın, zeminin altındaki 1,5'uncu katında eczane ve laboratuvar var. Gökyüzü görünmüyor. Sabahtan akşama kapalı bir kutunun içinde, hava durumundan bihaber, florasan ışığı altında çalışıyoruz. Jenaratör sıkıntılı, elektrikler ha bire kesiliyor. Asma tavan içinden geçen su boruları sık sık akıtıyor. Daha 1 ay olmadan asma tavanlar sarardı, ha düştü, ha düşecek tepemize, bekliyoruz. Eczanenin tavanı, hastanedeki pek çok yerde olduğu gibi, neredeyse her gün akıyor. Hem de değişik yerlerden. Ustaların biri gidip biri geliyor. Bu güne kadar yağmur suyu tahliyesi denilen suyun, cuma günü pis su borularından gelen kaçak olduğunu da öğrendik, tam oldu. Tepemize lağım yağıyormuş da haberimiz yokmuş. Dahili hatlar henüz tam kapasite çalışamıyor. Cep telefonları ise Vodafon dışında hiç ama hiç çekmiyor. Buna rağmen ben Türksele 85-90 TL neden ödüyorum? Sonunda operatötümü değiştirdim. Senelerdir sanki dağda bayırda geziyormuşuz gibi iyi çekmesi için besleyip durduğumuz Türkselden, hastanede de çekmediği için vaz geçtik.

Bunları yazdım diye Şemdinli'ye tayinim çıkartılır mı bilmiyorum. Ama söylemezsem içinde büyüyecek öfkem onu biliyorum. İnsan koskoca hastane binası çizerken çalışanların neye ihtiyacı olur bir düşünmez mi? Bit kadar depomuz var. İçine ister ilaç koy ister serum. Ama her eczacıya ayrı oda çizmişler, ayrı telefon ve bilgisayar hatları düşünmüşler. İyi de bu eczacılar ilaçlarını bahçede çadır kurup orada mı stoklayacaklar hiç düşünmemişler. Biz odaları depoya dönüştürdük, masaları sıkıştırıp bütün kızlar toplandık şarkısı eşliğinde, hep birlikte çalışmayı yeğledik. Bu arada 2 eczacımızın masası bile yok. Bir de hastaneye serum gibi kamyonla gelen ilaçların taşınması var ki, en düşünülmemiş konu bu: Eczaneye birkaç haftada bir kamyonla mal gelir. Bu malın kamyondan eczaneye ulaşmak için, hastane içinde yaklaşık 400-500m yol katetmesi gerekiyor. Şaka gibi. Hele serum geldiyse, iş daha da eğlenceli bir hal alıyor. Çünkü serum taşıma işi hesaplarımıza göre 1 tam günle 1 hafta arasında sürebilir:)

İnsanın içi acıyor. Hatalar insanlar için. Ama yapılan hatalardan ders almak, bir dahaki projede bu hatadan dönmek de insanlar için. Üstelik hastane gibi dev boyutlardaki işler için tip proje olmamalı. Samsun'a uygun proje Afyon'a, Urfa'ya uygun proje Konya'ya uygun olmayabilir. Çünkü mimari projeleri iklim ve jeoloji etkiler. Urfa'nın "yandım Allah" sıcaklarıyla Samsun'un "yapış yapışım billah" nemi bir değildir. Saçı bitmedik yetimin hakkını dikkatli harcamak gerekiyor.