
22 Şubat 2012 Çarşamba
BABAANNE KIRLENTİ
Kayınvalidemin çeyizinden bir yastık. Kendisi işlemiş. Nereden baksanız 60-65 yıllık mazisi vardır herhalde. Çok eskimiş, yıpranmış, senelerin izini, yaşanmışlığını üzerinde taşıyor. Kumaşı incecik ya da seneler boyunca kullanıla, kullanıla, yıkana, sıkıla, kuruya incelmiş. Ama renkler yine net, işleme başarılı, desen zarif ve gösterişli. Şimdilerde böyle kırlentler yok elbette. Mobilyaların kendi renk ve desenlerine uygun kombin kırlentleri var. Havalı, modern, albenili, trendy, sıradan, kişiliksiz ve duygusuz yastıklara yaslanıyoruz artık. Tıpkı konfeksyon işi kıyafetlerimiz gibi yastıklarımız da marka ama basmakalıp. Özellikli işler hep sandıklara tıkıldı. 

17 Şubat 2012 Cuma
BİR KÜNEFE KALMIŞTI EL ATMADIĞIM, ONU DA YAPTIM.
Migros'tan denemek için 2 paket künefe aldım. 1 paketle gözüm doymaz. Ya beğenirsem ve gecenin bir vakti başka bir gün yeniden pişirmek istersem değil mi? Elimin altında bulunmalı.
Paketten 3 adet künefe çıkıyor. Kendi tabağında fırında pişirip şerbetini döküp afiyetle yiyorsunuz. Ben hazır ürünlere pek prim vermem ama bu tad pek çok lokantada yiyebileceğiniz künefeden kesinlikle daha güzel. Tabi Hatay, Adana, Mersin gibi künefenin vatanı denilen yerlerde oturuyor ve iyi künefeyi hangi usta yapıyor biliyorsanız, o başka elbette.

16 Şubat 2012 Perşembe
TRT'YLE YENİDEN
Dizi izlemiyorum desem çarpılırım. Müptelası olduğum bir kaç dizi var elbette. Ama tekrarları izlemiyorum. Üstelik geçen haftanın neredeyse tamamını, yeni diziden önce yayınlayıp gece yarılarına kadar insanları tv karşısına mahkum eden zihniyeti kınıyorum. Tüm dizilerin tek sebebi, sonucu ve ana fikri olan "REKLAM" dayatmasını ise sonuna kadar reddediyorum.
İşte bu anarşist düşüncelerle, önceki hafta "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisinin yeni bölümünü beklerken TRT'de yeni başlayan "SEKSENLER" isimli dizi dikkatimi çekti. Ben de 1980'li yıllarda çocukluğumu ve gençliğimi yaşamıştım. O yılların teknolojisini, ülkenin ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal yapısını yeniden ve dışarıdan görmek çok hoştu. Hoş bir şey de, Öyle Bir Geçer Zaman ki eski bölümü verirken TRT yeni bölümü gösteriyordu. Ancak bu hafta, içinde bulunduğumuz kalabalık ortamdan mı, yoksa ben mi yanıldım bilmem, TRT de eski bölümün tekrarını veriyordu. Bakalım haftaya ne olacak?
Küçük insanların büyük dünyaları ilgilendirir beni hep. Belki de o yüzden "Muhteşem Yüzyıl"ı izlemiyorum. Aynı şeyi geçen seneki Bihter'li Ednan Bey'li dizi için de söyleyebilirim. Şaşaa bana göre değil.
Seksenler dizisini hala keşfetmemişseniz bir bakmanızı öneriyorum. TRT ana sayfası çok hantal, çoook çok yavaş. Diziyi başka internet sitelerinden de bulup izleyebilirsiniz.

Küçük insanların büyük dünyaları ilgilendirir beni hep. Belki de o yüzden "Muhteşem Yüzyıl"ı izlemiyorum. Aynı şeyi geçen seneki Bihter'li Ednan Bey'li dizi için de söyleyebilirim. Şaşaa bana göre değil.
Seksenler dizisini hala keşfetmemişseniz bir bakmanızı öneriyorum. TRT ana sayfası çok hantal, çoook çok yavaş. Diziyi başka internet sitelerinden de bulup izleyebilirsiniz.
15 Şubat 2012 Çarşamba
KIŞ BİTMEDEN
Kutuplardan değil aşağıdaki görüntüler. Bizim evin manzarası. Afyon'da karlar erise bitse bile bizde kar olacak. 10 gün önce hafta sonu, akşama kadar sisliydi Afyon. Beni de ha bire hastaneden ilaç vermem için çağırdılar. Görüntüler gün batımına yakın saatlerde, yine hastaneye giderken, cep telefonuyla çekildi.
Sanki önümüzde bir körfez varmış gibi görünüyor değil mi?

Etiketler:
AFYONKARAHİSAR MANZARALARI,
KIŞ
UÇUŞAN KELEBEKLER
Epeydir dolap bekleyen bir kazağımı giymek istedim geçen gün. Daha önce fark etmediğim bir detayı görüntüledim ilgilenenler için. Şimdilerde hobicilerin pek bir merak sardığı kumaşa keçe uygulaması vardı ön bedende. Keçe ipleriyle tıktıklayarak kelebek işlemişler, boncuklarla da çiçek-yaprak kısmını oluşturmuşlar. Basit ama etkili. Modeli beğendiğim için bir de yeşilini almıştım.
Boğazlı kayakları giymeyi çok sevmiyorum ve bu kazakları her sene ancak bir kaç kere giyebiliyorum. Dolayısıyla zaten eski ama yeni kalmış kazağımı ve detaylarını, birilerine fikir olması için ya da "eski düz kazaklar nasıl yenilenebilir" sorusuna cevap olsun diye yayınlıyorum. Bir ara yeşilini de görüntülerim.

13 Şubat 2012 Pazartesi
ANNEMDEN HEDİYE VAR.
İğne oyası oda takımım annemin ev hediyelerinden biri ve benim için en kıymetlisi. Aylardır oturdukça kalktıkça bunları yaptı. Şimdi masa için de bir kare örtü yapıyor aynı modelden. İğne oyası bilenler için kolay bir örnek, hele resmi yeni sekmede açıp büyütürlerse hemenecik anlaşılabilir bir oya. Ama sabır işi. Anneciğimin elleri dert görmesin.

12 Şubat 2012 Pazar
BURALARDAYIM
Yaklaşık 2-2,5 aydır çok yakınlarımızın sağlık problemleriyle uğraşıyoruz. Allaha şükür toparladık. Bu esnada bir de hastanemizin yeni binasına taşınması işi çıktı ki, inanın 5 tane ev taşımayı tercih edersiniz, o kadar eziyetli bir durum. Neyse bu hafta yeni eczanemizde çalıştık.
Yeni hastane binamız TOKİ'nin en salakça planı bence. TOKİ'nin Afyon'daki toplu konutlarından bir ev alan arkadaşımıza hayırlı olsuna gittik ve projeyi çok beğendik. Zaten mimariye azıcık meraklı olduğumdan, çok daha önceleri de bu kurumun internet sitesinden bazı evlerini incelemiştim. Ama iş hastaneye gelince sınıfta kalmışlar. Zaten aynı tip projenin uygulandığı başka hastanelerdeki meslektaşlarımızla da konuştuğumuzda bir dokunup bin ah işitmiştik.
TOKİ'nin aklı evvel mimarları, eczaneyi ve laboratuvarı yerin dibine gömmüşler. Zeminden itibaren 8 katlı binanın, zeminin altındaki 1,5'uncu katında eczane ve laboratuvar var. Gökyüzü görünmüyor. Sabahtan akşama kapalı bir kutunun içinde, hava durumundan bihaber, florasan ışığı altında çalışıyoruz. Jenaratör sıkıntılı, elektrikler ha bire kesiliyor. Asma tavan içinden geçen su boruları sık sık akıtıyor. Daha 1 ay olmadan asma tavanlar sarardı, ha düştü, ha düşecek tepemize, bekliyoruz. Eczanenin tavanı, hastanedeki pek çok yerde olduğu gibi, neredeyse her gün akıyor. Hem de değişik yerlerden. Ustaların biri gidip biri geliyor. Bu güne kadar yağmur suyu tahliyesi denilen suyun, cuma günü pis su borularından gelen kaçak olduğunu da öğrendik, tam oldu. Tepemize lağım yağıyormuş da haberimiz yokmuş. Dahili hatlar henüz tam kapasite çalışamıyor. Cep telefonları ise Vodafon dışında hiç ama hiç çekmiyor. Buna rağmen ben Türksele 85-90 TL neden ödüyorum? Sonunda operatötümü değiştirdim. Senelerdir sanki dağda bayırda geziyormuşuz gibi iyi çekmesi için besleyip durduğumuz Türkselden, hastanede de çekmediği için vaz geçtik.
Bunları yazdım diye Şemdinli'ye tayinim çıkartılır mı bilmiyorum. Ama söylemezsem içinde büyüyecek öfkem onu biliyorum. İnsan koskoca hastane binası çizerken çalışanların neye ihtiyacı olur bir düşünmez mi? Bit kadar depomuz var. İçine ister ilaç koy ister serum. Ama her eczacıya ayrı oda çizmişler, ayrı telefon ve bilgisayar hatları düşünmüşler. İyi de bu eczacılar ilaçlarını bahçede çadır kurup orada mı stoklayacaklar hiç düşünmemişler. Biz odaları depoya dönüştürdük, masaları sıkıştırıp bütün kızlar toplandık şarkısı eşliğinde, hep birlikte çalışmayı yeğledik. Bu arada 2 eczacımızın masası bile yok. Bir de hastaneye serum gibi kamyonla gelen ilaçların taşınması var ki, en düşünülmemiş konu bu: Eczaneye birkaç haftada bir kamyonla mal gelir. Bu malın kamyondan eczaneye ulaşmak için, hastane içinde yaklaşık 400-500m yol katetmesi gerekiyor. Şaka gibi. Hele serum geldiyse, iş daha da eğlenceli bir hal alıyor. Çünkü serum taşıma işi hesaplarımıza göre 1 tam günle 1 hafta arasında sürebilir:)
İnsanın içi acıyor. Hatalar insanlar için. Ama yapılan hatalardan ders almak, bir dahaki projede bu hatadan dönmek de insanlar için. Üstelik hastane gibi dev boyutlardaki işler için tip proje olmamalı. Samsun'a uygun proje Afyon'a, Urfa'ya uygun proje Konya'ya uygun olmayabilir. Çünkü mimari projeleri iklim ve jeoloji etkiler. Urfa'nın "yandım Allah" sıcaklarıyla Samsun'un "yapış yapışım billah" nemi bir değildir. Saçı bitmedik yetimin hakkını dikkatli harcamak gerekiyor.
Yeni hastane binamız TOKİ'nin en salakça planı bence. TOKİ'nin Afyon'daki toplu konutlarından bir ev alan arkadaşımıza hayırlı olsuna gittik ve projeyi çok beğendik. Zaten mimariye azıcık meraklı olduğumdan, çok daha önceleri de bu kurumun internet sitesinden bazı evlerini incelemiştim. Ama iş hastaneye gelince sınıfta kalmışlar. Zaten aynı tip projenin uygulandığı başka hastanelerdeki meslektaşlarımızla da konuştuğumuzda bir dokunup bin ah işitmiştik.
TOKİ'nin aklı evvel mimarları, eczaneyi ve laboratuvarı yerin dibine gömmüşler. Zeminden itibaren 8 katlı binanın, zeminin altındaki 1,5'uncu katında eczane ve laboratuvar var. Gökyüzü görünmüyor. Sabahtan akşama kapalı bir kutunun içinde, hava durumundan bihaber, florasan ışığı altında çalışıyoruz. Jenaratör sıkıntılı, elektrikler ha bire kesiliyor. Asma tavan içinden geçen su boruları sık sık akıtıyor. Daha 1 ay olmadan asma tavanlar sarardı, ha düştü, ha düşecek tepemize, bekliyoruz. Eczanenin tavanı, hastanedeki pek çok yerde olduğu gibi, neredeyse her gün akıyor. Hem de değişik yerlerden. Ustaların biri gidip biri geliyor. Bu güne kadar yağmur suyu tahliyesi denilen suyun, cuma günü pis su borularından gelen kaçak olduğunu da öğrendik, tam oldu. Tepemize lağım yağıyormuş da haberimiz yokmuş. Dahili hatlar henüz tam kapasite çalışamıyor. Cep telefonları ise Vodafon dışında hiç ama hiç çekmiyor. Buna rağmen ben Türksele 85-90 TL neden ödüyorum? Sonunda operatötümü değiştirdim. Senelerdir sanki dağda bayırda geziyormuşuz gibi iyi çekmesi için besleyip durduğumuz Türkselden, hastanede de çekmediği için vaz geçtik.
Bunları yazdım diye Şemdinli'ye tayinim çıkartılır mı bilmiyorum. Ama söylemezsem içinde büyüyecek öfkem onu biliyorum. İnsan koskoca hastane binası çizerken çalışanların neye ihtiyacı olur bir düşünmez mi? Bit kadar depomuz var. İçine ister ilaç koy ister serum. Ama her eczacıya ayrı oda çizmişler, ayrı telefon ve bilgisayar hatları düşünmüşler. İyi de bu eczacılar ilaçlarını bahçede çadır kurup orada mı stoklayacaklar hiç düşünmemişler. Biz odaları depoya dönüştürdük, masaları sıkıştırıp bütün kızlar toplandık şarkısı eşliğinde, hep birlikte çalışmayı yeğledik. Bu arada 2 eczacımızın masası bile yok. Bir de hastaneye serum gibi kamyonla gelen ilaçların taşınması var ki, en düşünülmemiş konu bu: Eczaneye birkaç haftada bir kamyonla mal gelir. Bu malın kamyondan eczaneye ulaşmak için, hastane içinde yaklaşık 400-500m yol katetmesi gerekiyor. Şaka gibi. Hele serum geldiyse, iş daha da eğlenceli bir hal alıyor. Çünkü serum taşıma işi hesaplarımıza göre 1 tam günle 1 hafta arasında sürebilir:)
İnsanın içi acıyor. Hatalar insanlar için. Ama yapılan hatalardan ders almak, bir dahaki projede bu hatadan dönmek de insanlar için. Üstelik hastane gibi dev boyutlardaki işler için tip proje olmamalı. Samsun'a uygun proje Afyon'a, Urfa'ya uygun proje Konya'ya uygun olmayabilir. Çünkü mimari projeleri iklim ve jeoloji etkiler. Urfa'nın "yandım Allah" sıcaklarıyla Samsun'un "yapış yapışım billah" nemi bir değildir. Saçı bitmedik yetimin hakkını dikkatli harcamak gerekiyor.
19 Ocak 2012 Perşembe
SIFIRIN ALTINDA
Aşağıdaki görüntü buzdolabımdan. Derin dondurucum -18 dereceyi gösteriyor.
Bu görüntü ise dün akşam eve dönerken arabanın göstergesinde okuduğumuz rakam: Arabanın dışı -24,5, içi -24 derece! Geçen yıllarda -18 dereceyi görmüştüm. Ama ilk defa -24,5 dereceyi görüyorum. Sabah işe giderken ise -18,5 derece idi. Öğleden sonra iş çıkışı -15 dereceye yükselmişti ama!
Hemen hemen her akşam ve her sabah bir sis bulutu içinde gidiyorum. Yerde asvalttan ziyade buz var. Üstünde soğuk havanın rüzgarla savrula savrula gidişini görebiliyorum. Sokak derin dondurucudan daha soğuk.


Çok soğuk ve çok sıcak havaları sevmiyorum. Ev hanımı olsam, sonbaharda eve bir girerdim taa ilkbahara kadar sıcacık evimde otururdum. İlkbahar sonunda yeniden eve girer ve yaz çıkana kadar ben de evden çıkmazdım:))
12 Ocak 2012 Perşembe
BİR KAR HİKAYESİ
Geçtiğimiz cuma günü işe giderken tüm çalıların ve toprağın, yolların, arabaların kırağı ile beyazlamış halini gördüm. Zaten geç kaldığım için yolda fotoğraf çekemedim ama hastanenin girişinde bahçeden manzaralar aşağıdaki gibiydi:

Pazar günü tüm sabahı ve öğleyi temizlikle heba ettikten ve yeterince yorulduktan sonra, bir ağrı kesici yuvarladım. Gerçi iş tamamen bitmemişti ama evde o varken temizlik yapmama alışık olmayan ve sabrını daha fazla zorlamak istemediğim eşimle beraber evdeki eksikleri tamamlamak üzere Koçtaş'a gittik. Karşı dağların tepelerine kar yağmıştı.Hava açıktı ama bulutlar da yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı:
Salı günü karlı bir sabaha uyandık. Bir cersaret işe gittim. Az biraz kar vardı. Fotoğraflar yine hastanemizin bahçesinden:


Salı günü kar biraz daha artmıştı. Bütün gün de yağmaya devam etti:

Akşam iş çıkışı korka korka eve geldim. Eşim ise ilçedeki işine hiç gidememiş. Polis yarı yolda tüm araçları durdurmuş. Kar lastiği olanlar da dahil zincirsiz hiç bir aracın geçişine izin verilmediğinden eve dönmek zorunda kalmış. Ben de her zaman ekmek aldığım fırından bir sürü ekmek, poğaça, kek, simit falan aldım. Nolur nolmaz diye:) Kar hiç durmadı. Bütün gece ve gün yağdı.
Çarşamba günü ben işe gidemedim. Eşim evde uzun uzun kalabilen bir adam değildir. Öğlen işe gitmek üzere evden ayrıldı. Bir kaç saat çalışıp geri döndü. O gittikten sonra iş makinası geldi ve site içindeki yolları açtı.


Pazar günü tüm sabahı ve öğleyi temizlikle heba ettikten ve yeterince yorulduktan sonra, bir ağrı kesici yuvarladım. Gerçi iş tamamen bitmemişti ama evde o varken temizlik yapmama alışık olmayan ve sabrını daha fazla zorlamak istemediğim eşimle beraber evdeki eksikleri tamamlamak üzere Koçtaş'a gittik. Karşı dağların tepelerine kar yağmıştı.Hava açıktı ama bulutlar da yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı:







İşe minibüsle gidebilmem için yaklaşık 2 km lik bir yolu yürümem lazım. Yolda birkaç inşaata bekçilik yapan 2, yatılı bir kız kursuna bekçilik yapan da 1 köpek var. Yani kar olmasa da yürümek (benim için) mümkün değil. Bugün (perşembe) iş arkadaşlarımdan rica ettim, iznimi 2 gün daha uzatacaklar. Kar hala yağıyor. Dün gece eltimin oğlu da bize geldi, gece oğlumla ikisi kartopu oynadılar. Aşağıdaki gece görüntülerinde kar en az miktarda. Çünkü iş makinası daha az önce gitmişti. Bu görünenler yolların açık hali. Ama siteden çıkıp ana yola ulaşıncaya kadar geçen 2 km lik yolda sadece 1 araçlık yol varmış. Eşim öyle söylüyor. Yani 2 araç karşılaşırsa yolda, "iki inatçı keçi" sendromu yaşanabilir:)
Bu arada bazı sıkıntılar yaşadık. Uyduların içi kar dolu olduğu için tv izleyemedik. Hatta ( zaten izlediğimiz bir kaç kanal olduğundan) daha önce hiç ihtiyaç duymadığımız dijitürk olayına da bu evde ilk defa daldık ve o da göstermiyordu. Dünyayla tek bağımız internetti. Hatta "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisini bile internetten izledik. Çok şükür elektriğimiz var derken bir de elektrik kesintisi yaşadık. Bu tvden de daha önemli. Çünkü doğalgaz ve bağlantılı olarak ısınmak için de elektrik gerekli.
Sabah biraz temizlik yaptım. İlk psikolojik romanımız kabul edilen, Mehmet Rauf'un "Eylül" isimli romanına başladım. Okunmayı bekleyen bir sürü kitabım var. Babam hepsini okudu. Ben çoğuna daha başlayamadım bile:)


Blogcu dostlar eylemsiz kaldığımda hiç gelip bi hal hatır soranınız olmadı. Teessüf etmeye hakkım var mı bilmiyorum. Gerçi pek çalışkan bir blog sayılmam ama insan bi merak etmez mi ayol en var ne yok diye.
Yeni yazılarda buluşmak üzere..
13 Aralık 2011 Salı
PEYNİRLİ EKMEK

Blogcular çok becerikliler, bu kolay tarifi herkes bilir de; kendi yemeğini kendisi pişiren öğrenciler, yeni evli hanımlar, henüz yemek yapmaya yeni yeni başlayanlar için gelsin bu yazım:) Ayrıca peynir yerine kıyma konularak yapılan şeklini, ben çok sevmesem de, etoburlara ithaf etmekte sakınca görmüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)