Reşat Nuri Güntekin'in Kavak Yelleri romanını elimde görenler, "tvdeki dizinin romanı mı bu" diye sordular. Diziyi izlemedim. Pek fazla dizi izlemiyorum, hele romanlardan hareketle çekilen dizileri hiç izlemiyorum. Seneler önce Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye romanını okumuş ve çok beğenmiştim. Şimdi kanallardan birinde bu romanın dizisi var. Bazı hafta sonları gelen misafirler izlediği için katlanmak zorunda kaldığım bu dizinin her dakikasından nefret ediyorum. Keşke hafta içine alınsa da kurtulsam :)
Gelelim Kavak Yelleri'ne: İstanbul'da okumuş bir doktorun, Anadolu'da bir kasabaya tayin olması ve orada eczacının kızıyla evlenmesi, karısının erken ölümü, kasaba ahalisiyle ilişkileri, kızının evliliğiyle kasabaya küsüp yeniden İstanbul'a dönüşü, orada geç kalmış bir hovardalığı yaşamak isteyip terbiye ve karakterinin müsaade etmemesiyle kıyıdan dönüşü, İstanbul'da kaybettiği eski dostları ve bulduğu yeni insanları anlatan, dönem olarak Türkiye Cumhuriyetinin ilk zamanlarını baz alan, temiz ve akıcı diliyle su gibi akıp giden bir roman. Aynı adlı diziyi izleyenler, nasıl hikaye bu mu?
NOT: Benim okuduğum Kavak Yelleri ve internette araştırınca bulduklarım farklı görünüyor. İnternette karşıma çıkan roman özetlerinde, ana kahraman olarak Zehra adında öğretmen bir kızdan bahsediliyor ve benim okuduğumla alakası yok. Acaba Kavak Yelleri kapağının içine yazarın başka bir kitabı mı basıldı?Edebiyat öğretmenlerim, okur yazar arkadaşlarım bana bir yardım edin lütfen.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Hep O Şarkı isimli romanı ise dil olarak biraz daha ağır. Yani aslında 40'lı yaşlarınızdaysanız ve lisede edebiyat derslerini seviyorduysanız veya ucundan kıyısından Osmanlıca kelimelere aşinalığınız varsa, o kadar da ağır sayılmaz. Zaten ben de anlamanı bilemediğim bir kaç kelimeyi google amcaya sordum, söyleyiverdi. Gençler için asıl ağır gelecek olan, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde geçen hikayenin ruhudur. İnsanlar inanılmaz naif, zarif, ince, hatırlı, kurallı. Anneyi bırakın babasına "siz" diye hitap edenin kalmadığı, kayınpederle bile elense tokat olabilen bir nesille yaşıyoruz, onların bu incelikleri anlaması imkansızdır.
Roman Münire isimli bir hanımın ağzından anlatılıyor. Münire ve yan köşkteki Cemil Bey çocukluk aşkıdırlar. Cemil'in ailesi Münire'ye talip olur ancak Cemil'in Münire'nin babasının gözünde çapkın ve haylaz bir genç olması bu izdivaca imkan tanımaz. Münire o dönemin (galiba) Diyanet İşleri Bakanının şişman ve çirkin oğluna verilir. Kocasından nefret eden ve tiksinen Cemile çok zor şartlarda da olsa bir kaç kere Cemil Beyle buluşur. Tam o günlerde, kötü kocası Münire'yi aldatıp Habeşli hizmetçiyi hamile bırakınca bir daha geri gelmemek üzere baba evine döner. Bu arada halasının da yardımlarıyla Münire-Cemil aşkı yeniden yelkenleri rüzgara vermişken, evlilik teklifini reddettiği bir hanım sultan yüzünden Cemil ve babası önce Sivas'a sonra Van'a sürülür. Şimdiki bir köylü kızının Amerika'ya gidememesi gibi yani, kavuşmak Münire için imkansız. Çoook seneler sonra hayat Cemil'i yeniden İstanbul'a savurur. Artık o evli ve çoluk çocuk sahibi bir adamdır. Peki; bunca sene hayatta sevdiği tek adamın yolunu gözleyen Münire'nin duyguları ne haldedir acaba? Ben bu romanı çok sevdim. Bu romanın adıyla bir de eski Türk filmi vardı galiba. Hikayesi aynı mıdır bilemiyorum. Dizisini izleyemem ama filme bir bakayım hafta sonu.

Bu akşam iş çıkışı gördüğüm manzara buydu. Kırmızı bulutlara odaklanınca park yerindeki arabalar ve yol çok ilginç çıkmış. Açıyı biraz kaydırınca hava da biraz daha aydınlık göründü. Kış geliyor, galiba bu bulutlar kar değilse bile sıkı bir yağmur getiriyor. Ben de hava durumunun yalancısıyım.
DİP NOT: Bu hafta içi yemeğim hazır olduğu veya eşimin spor yaptığı akşamlarda bir bluz diktim. Öğünmek gibi olmasın ama son derece temiz bir iş çıkardım. Bir kaç güne kadar size de gösteririm.