



Eylül de uzun zamandır okumayı istediğim bir romandı. Mehmet Rauf'un ve Türk Edebiyatının ilk psikolojik romanı. Okulda öyle gördük:) Romanın özüyle ilgili hiç bir eleştirim olamaz. Zaten psikolojik roman olduğundan insanların davranışları, sadakat duyguları, kişisel hassasiyetleri, ruhsal çöküntüleri falan yazarın kurgusudur, bize laf düşmez. Ağır ilerlemesi, aksiyon azlığı, yeryer monotonluğu da yine yazarın takdiridir, bana beğenip beğenmemek konusunda fikir beyanı bile düşmez. Zaten bir ilk. Türk Edebiyatında kendine altın yaldızlı bir yer edinmiş, bense daha yeni okuyorum.
Benim derdim şu ki; sanırım günümüz Türkçesiyle yazılmaya çalışılırken, romanın başına bir hal gelmiş. İlk başlara fark etmedim ama daha sonraları garip bir durum gördüm: "O ona onu verdi, o ona baktı, onu aldı, ona teşekkür etti" abartılı cümlemdeki gibi, işaret sıfatı ve işaret zamirleriyle dolu cümleler boğdu beni. Bunun dışında Suat'a kızdım. Süreyya'ya acıdım. Necip'e saydırdım. Hacer'den tiksindim. Kitabın adının Eylül olmasına gerek yoktu diye düşündüm.
Şimdilerde Orhan Kemal okuyorum. Ne adam Orhan Kemal ama. Su gibi duru bir dil, film izliyor gibi bir anlatım. Onu sevmemek imkansız gibi.